13 Ekim 2024
Ahmet AÇIKGÖZ
“Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki, “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (Bakara, 156)
* * *
Bedenimizi kuşatan maddeyi, ruhumuzu istila eden hevayı terkedince Allah’ı bulduk. Musibet bizi ebedî uykudan uyandırdı.
Musibet, gerçeğin üzerindeki perdeyi kaldırdı. Gözün ve gönlün yanlış algılayışını önledi. Yeryüzünün ebedî yurdun önündeki mola yeri olduğunu musibet hatırlattı. Varlığımızı, varoluş gayemizi anlattı. Maddenin helâk oluşuyla helâk olmayan gücü tanıttı. Sonsuz kudretin, sınırsız tasarrufunu gösterdi.
Musibet, kulu isyan ettirmek için değil, ikaz edip Allah’a itaate döndürmek için gönderildi. Yalnızlığı, dünyanın vefasızlığını, acizliği, dostlukların izafi oluşunu tekrardan musibetten öğrendik. 7.6 büyüklüğündeki depremin ızdırabı; uyandırmak için vücuda batırılan iğne gibiydi. Acıydı, acı veriyordu fakat uyanıklığımız, dirilişimiz o acıda saklıydı. Musibet içinde yalnızlık, bizi eşi ve benzeri olmayan “Yalnız”a (c.c.) götürdü. Huzur’a çıkışın yolunu öğrendik. Enaniyetimiz ateşe düşen kar taneleri gibi eridi. Eşya üzerimize gelirken söylediğimiz “La ilahe illallah” kelime-i tevhidine bütün uzuvlarımız kail oldu, şahit oldu. Ölüm, gözümüzün önünde tütünce, Allah’ın Ekber olduğunu bir başka haykırdık. O anki haykırışımız aşktan vecdden yoksun halde söylenen namaz tekbirlerine hiç benzemiyordu.
Ömrümüzü vererek imar ettiğimiz coğrafyanın yok oluşu bize ebedî yurdun yolunu işaretledi. O halde bu gelen musibet değil mürşiddir. Bu, gelen Allah’ı unutan kavme, Allah’ın merhametidir.
İşyerlerini, evleri bizim zannetmiştik. Dilediğimiz gibi tasarrufta bulunuyorduk. Arz sallanınca mülkün bizim olmadığını anladık. Çadır, mübarek yüzlerinde hasır izleri taşıyan Peygamber’i (s.a.v.) hatırlattı bize. Meğer “âlem-i ervah”tan “âlem-i berzah”a giden yolcularmışız biz. Mola menziline villa inşa eden müsriflermişiz. Allah’ın mülkünde, Allah adına hükmeden halifeler olamadık. Rahatlık ötenin varlığını hafızalarımızdan siliverdi. Sallana sallana gerçeğin kucağına düştük. Uykuda değiliz artık. Çadır, Allah’a daha yakın. Ölüm şimdi bizimle dolaşıyor. Ama korkmuyoruz ondan çünkü gerçeğin kucağındayız. Ruhumuz mi’raca çıktı. Ölüm mi’raçtan mi’rac’a taşıyacak bizi. Metafizikle iç içeyiz. Bize gerçeği bulduran Allah’a secdeler olsun.
Makam-mevki, mal-mülk emrimize amade olmuştu. Kendimiz hariç herşeyi bulmuştuk. Kendimizi bulamamıştık. Çünkü kendimizi ruhun adı olmayan adreslerde aramıştık. Secdeye bedenini eğiten kişi, Medine’ye ise turist gibi gittik. Gözlerimiz nemlenmeyi bilmiyordu. Çünkü Allah’ın âyetlerini okurken kalbimiz titremiyordu. Fukaraya, soframızdan kalkan şeyleri gönderiyorduk. Gariban değil masamızda, semtimizde bile oturamazdı. Şartlar hep gururumuzu onure ederdi. Muhasebesiz yaşıyorduk. Zelzele gökten taze haberler getirdi. Yeryüzüne adalet indi. Villa kentleri, gecekondu kentleri yerine, kardeşlik kentleri kuruldu. Ruhumuz öyle bir rehbere uydu ki: Kendimizi kardeşliğin tam ortasında bulduk. Tur’dan tekrar kavmine dönen Musa (a.s.) gibi yurdumuza döndü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem aşevlerinde kaynayan yemeği, patronla–işçi aynı masada yedi. Ebubekir’le, Bilâl-i zenginlik yerine takvayla ölçen gözler sanki bize de armağan edildi. Yeni gelinler bileziklerini, çocuklar harçlıklarını, zenginler evlerini verdi muzdariplere.
Şimdi camiler daha canlı, sabah namazlarında safı tamamlayabiliyoruz artık. Mesaj alındı gibi. Sana dönüş başladı Allah’ım!
Yunus’un “bir ben var bende benden içeru” dediği “ben”i bulduk inşaallah. Yeni şehirlere şimdi o “ben” aşılanacak. İradelerimizin o “ben”in iradesine tabi olduğu hep hafızalarımızda canlı kalacak.
Izdırap bizi derin uykulardan kaldırıp Huzur’a çıkardı. Ashabı liyakat formuna büründüren de o ızdırap değil miydi? Çile onların imanını artırmıştı. Açlık–susuzluk dünya sevgilerini gidermişti. Maddenin helakı mü’mince yaşamayı vermişti Ashaba.
Gerçeğin kucağına düşme bahtiyarlığı şimdi bize armağan edildi. Izdırabı doğru okur ve gereğini yaparsak, (İnşaallah) Allah’ın kudreti coğrafyamızda –bundan böyle– azab âyetleriyle değil, yaşam âyetleriyle gelecek. “Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki, o (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabb’inin herşeyi görmesi sana yetmez mi?” (Fussılet, 53).
Ya dünya Müslümanları bu ızdırabı nasıl okuyor? Aç ve açıktaki kardeşleri ne kadar olara aynı binanın taşları ya da aynı vucudun uzuvları olduğumuzu hatırlatıyor?