İnkişaf
İlmî dergicilikte yeni bir soluk

İnkişaf

Hem kel hem fodul

M.Salih YÜCESAN

Hitapta bahsi edildiği üzere, “Aradığı açıl susam açıl’ı Marxizm’de bulan” az biraz filozof ve bir miktar da felsefeci müteveffa zatın biri, -toprağı bol olsun- çiziktirdiği kitabında parti kelimesi ile mezhep kelimesini eş anlamlı diye vasfetmişti. Mesela, Şia’yı Ali’nin partisi şeklinde yorumlamıştı. Şia’nın karşısında da Hariciler Partisi vardı. Toprağı bol olasıca müteveffa… Parti kelimesinin batı, hizb kelimesinin doğu kaynaklı olduğuna bakılırsa, Türkçe’ye bu manada kelime kalmıyordu. Ama ne gam? Mezhebi, parti diye karşılamak tuhaf bir durumdu. Hizb ile zehab acaba birbirinin yerine kullanılabilir miydi? Yani o ikisi müteradif miydiler? Galiba bir bilene sorulmalıydı.
Acaba mezhep neydi? Yahut mezhep kelimesinin Türkçe karşılığı, Marxçı müteveffanın beyan ettiği gibi gerçekten parti miydi? Belki mes’elenin hiç mühim olmayan tarafı bu mes’eleyi önce ortaya koymak, sonra kotarmaktı. Mühim olan tarafını da filologlar düşünsün. Zehab, zan, tahmin, görüş… Ne ise…

Şair, herhangi bir mevzu’a ebced hesabıyla tarih düşerken “şekl-i girdab gelur akla, yazarken tarih” diye ünlemiş. Şekl-i girdabdan kastı ise meğer beş rakkamıymış. Şair, beş rakkamını girdaba benzetmiş imiş de böyle demekle şiirde mahir olduğunu göstermek istemiş imiş. Öyle ya, ne de olsa hem beş rakkamı, hem girdab şeklen yuvarlaktırlar.
Şairin bu mısraının tedaileri yahut sadece tedaisi şudur: Mezhep denildiği zaman akla kellerle şaşılar gelir. Evet, eşeğin aklına karpuz kabuğu nasıl gelirse, bazılarının aklına da mezheple birlikte keller, şaşılar gelir. Hatta müfred manada bir adet kel ve bir adet şaşı.
Bir kel ile bir şaşı, az gelişmiş ve hiç gelişemeyecek olan bir cemiyetin primitif -galiba vulgar da diyorlar- inanç mensuplarının el üstünde tuttukları iki akademisyen taslağıdır. Kel aynı zamanda foduldur da. Şaşının ise fodullukta kelden aşağı kalır yanı yoktur.
mamışlardır. Kurtarmak için bir çabaları da olmamıştır. Çünkü az gelişmiş ve hiçbir zaman gelişemeyecek cemiyette köylü kalmanın primi -şimdilerde getirisi diyorlar- hayli fazladır.
Bu arada köylülüğe de “popülarite” deniliyor.
Öncelikle, hem kel hem şaşı tavır olarak kaba ve sabadırlar. Mesela, kele branşıyla alakalı bir soru sorulduğu zaman, “Ben o konuyu kitaplarımda yazdım, oradan oku kardeşim!” der. Bu kabalığın ardındaki asıl mana, “Ben, seni bir salak olarak görüyorum. Aklın kıt, paran bol birine benziyorsun. Öyleyse kitabımı satın al; okumasan da olur. Sadece mutluluğuma biraz daha mutluluk kat yeter. Çünkü benim için ‘homme’un iyisi ‘economicus’ olanıdır…” demek olsa gerek.
Şaşı ise Alfred Adler’in iddiasına göre temel içgüdü sahibidir, bütün “homme-erectus”lar gibi. Ve bu temel içgüdü, “denferyorite”dir.
İyi mi? Ama kel ile şaşının mezhep kelimesi ile alakası ne ola? Şu ola ki, “gasteci” Emin’in deyimi ile “bunlar “, mezhep denildiği zaman Emevi sülalesini hatırlayanlar arasından iki kişidir. Her nedense “bunlar” bütün insan tarihi boyunca ne Vandallar’a, ne Ostrogotlar’a, ne Vizigotlar’a, Emeviler’e besledikleri düşmanlık kadar düşmanlık beslememişlerdir. Hatta Firavun’un ayvayı yediği andaki imanının Allah tarafından kabul edildiğini dahi Muhyiddin-i Arabi’den okumuşlardır.
Acaba niçin ve de neden? Kimbilir… -bu gidişin dönüşü olacak mı?-
Mezhepler, Emeviler zamanında türediğinden… diye akla ziyan sorular gelmektedir hatırlara.
Olur a…
Dini sistematize edenler Emeviler’di.
Halbuki Kur’an olsaydı başlı başına yani tek başına işler ne kadar kolaylaşacaktı. Sonsuz yoruma açıktı Kur’an. Mesela şu hadisler olmayaydı… İşi yokuşa süren hadisler, dolayısıyla peygamber… Ne güzel olacaktı, peygamber şu dünya işlerini din adına koyup kotarmasaydı…
İnsanlar, Kur’an’a bakıp namazı dua, orucu sakınmak, haccı turizm, zekatı temiz olmak diye anlasalardı… Muhakkak, daha mes’ud ve bahtiyar yaşayacaktılar şu fani dünyada… Hem mesela “zina etmeyin, yapmayın” demiyordu ki Kur’an. “Zinaya yaklaşmayın ” diyordu. Zina yapmak, hiç de günah değildi, zinaya yaklaşmak günahtı. Mesela “faizi kat kat yemek” haramdı, su böreği yer gibi… Kır pidesi nev’inden tek kat yemek niçin haram olsundu? Arının balı, nasıl “gökteki”nin kullarına helal idiyse, tek kat faiz yemek öylesine helaldi kul takımına. Hani şu enflasyon mes’elesi… Globalizm, entegrizm, çağcıllık vesaire…
Sonra tarihte -İslam tarihinde- ne kadar halt varsa mezhepleri tezgahlayanlar karıştırmıştı, kelle şaşıya göre. Kur’an yetmiyormuş gibi milletin başına hadis, icma, kıyas, mesalih-i mürsele, istihsan, ıvır, zıvır gibi olmadık fitne anasırını dolamışlardı. Ve güya yine “gasteci” Emin’in -kendileri gök gözlüdür- deyişi ile “bunlar” yani bu mezhep başları, kel ile şaşıya göre kulları “Allah ile aldatıyorlar” idiler. Ancak ve yalnız kel ile şaşı, kulların hidayete erişmelerinin temini ve Allah ile aldatıcıların aldatmalarından sakındırmak için nebevi bir gayretle gayret ettikte yüreklerinin yağları eriyi eriyiveriyordu.
Kitabın belirttiği üzere “hasta efendisinin ilaçlarını aşırıp içen ahmak uşak”ların mes’elelere bakışı şaşıca olmak zorundadır.
Yazarın biri, “Batılılaşa-cağız, çünkü yenildik.” demişti. Batılılaşmak demek istihale etmek demekti. Haliyle istihale, donmayı, betonlaşmayı, kalıplaşmayı kabul etmezdi. Onun için betonun kırılması, buzun eritilmesi gerekiyordu. İşin ameleliği de din akademisyenlerine tevdi edilmişti. Aslında bu uzun bir hikaye idi ve biteceğe de benzemiyordu.
Eldeki dinle -Arap dini şeklinde de telaffuz edilmektedir- çağdaşlaşmak, modernleşmek, ağaca çıkmak, kerhane açmak mümkün değildi. O halde İsa’nın dininin başından geçen macera “Arabın dini”nin başından da geçmeliydi. İsa’nın dini, doğu köken(!)liydi. Batılı onu kendisine benzetmişti. Ve kazanmıştı. “Arabın dini”nin de batılılaşması için rektefesi gerekiyordu.
Kitaba göre, “zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları, ihtiyar dev mazideki ihtişamından utanır olmuş”tu. Ayrıca kitap “Mütekaddimi’nin bugünün insanından daha aydınlık bir kafaya sahip olduğunu…” iddia eder.
Ehl-i vukuf, mes’elelere sıhhatli yaklaşsaydı, kör dövüşüne hacet kalmayacaktı. “Dünya nimeti için zaaf haline düşme” endişesi, fotoğraflarda önde görünmek, kameralara el sallamak gibi çocuksu hevesler -ikbal arzusu- gözleri kör, kulakları sağır etmeye yetiyor, en doğrusu İblis vukuf ehlini kendine benzetmeye uğraştığından ortada çözüm falan kalmıyordu.
Herhangi bir cemiyetin geri kalmışlığını sadece din ile izaha kalkışmak, yazarın belirttiği gibi “orta mektepte verilen tahrir vazifesinde” ileri sürülebilir ancak. Çünkü artık beldelerin geri kalmışlığı, ileri gitmişliği, uygun adım yerinde saymışlığı gibi sosyal yapının bütünüyle alakalı bir problemin sadece dinle, sadece ekonomiyle, sadece hukukla, sadece tırı vırı ile izah edilebilecek bir problem olmadığını “Bursa’da sağır sultan” da duymuştur. (Kaynak: Eflatun Cem Güney, Cennet Bursa Masalı)
Öyleyse geriye kala kala eşek inadı kalmıştır.
“Allah ile aldatanlar”, “Kitab-ı Mukaddes’in serseri Yahudi’si”dir. Veya “günahkar keçi…” Vurun kahpeye…
Tavaif-i nisanın mutad hallerini temcit pilavı gibi ortaya koyup kaldırmakla, aklı kesenlere gına getirten ve Kur’an’la yatıp Kur’an’la kalkan kel ile şaşının 9.sureden hiç mi hiç söz etmediklerine bakılırsa, o ikisinin bu surede bahsedilenlerden hazzetmediklerini varsaymak mümkündür. Ayrıca bu güne kadar kendilerinin insanlığın hangi derdine derman buldukları da meçhul kalmıştır.
Kendi çakıldaklarına bakmadan mezheplerde kusur bulanlara romancının sıklıkla kullandığı “höst” kelimesini kullanmakta bir mahsur var mıdır acep?
Fıkradır, anlatılır:
Bektaşi’nin biri cami yanından geçerken içeriye kulak kabartmış. Vaiz, “Allah ne yerdedir ne gökte, ne sağdadır ne solda, ne öndedir ne arkada…” diye satır sallamakta iken Bektaşi, oradan geçmekte olan birini kolundan çekmiş ve demiş ki: “Bak, vaiz efendi, Allah yok diyecek ama cemaatten utanıyor…”
Ayaktakımının uleması da balmumundan oluyor zahir… Hayırlısı…
Varsayımlar:
l Gecekondu ile medeniyet bina edilemez.
l”Endüstrileşmeden demokrasi olmaz.”
l”Sömürmeden endüstrileşme olmaz.”
l Haramla beslenen ağızdan hayır söz çıkmaz.
l Faiz, bilindiği kadarıyla her durum ve şartta haramdır.
l İkbal arzusu, gözleri kör eder.
l “Fazla mal, insanın iki gözünü birden çıkarır.”

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.