Doğudan fışkırmış,
Doğunun gerçek ruhuna ermiş,
onu örnekleştirmiş, nefsinde halkalamış,
Batıya doğru yürütmüş,
handiyse Batıyı devirecek hale gelmiş;
sonra kabuk üstü donup kalmış,
yeni zaman yemişlerine can verecek
kök feyzini emmekten uzak yaşamış,
doğrucu ve yaşatıcı aşk ve çile dairesinden kayıp çıkmış,
hikmetini kaçırdığı şekillere
incisiz istiridye kabukları gibi tutunmaya çalışmış;
ve sonra doğan ve gelişen Batının
karşı saldırışları önünde
topyekûn Doğuyla beraber gerilemiş, geriledikçe gerilemiş,
bir uçurumdan öbür uçuruma sürüklenmiş,
fakat sukutun dibini boylamış,
gizli bir bünye sırrı yüzünden hastalığa dayanmış, apışmış ve donmuş,
devir devir sahte ve gülünç
kurtuluş hareketlerine şahit olmuş,
nihayet büsbütün tasfiye vaziyetine düşmüş,
bir şahlanışta
kendisini yalnız mekân çerçevesinde kurtarabilmiş,
derken işin satıh ve maddede en dizginsiz Garp taklitçiliğine
ve öz kök alâkasızlığına döküldüğünü görmüş,
zaman çerçevesindeyse bir türlü kurtarıcısını bulamamış
bir millet olmak şuuruna sımsıkı bağlıyız.