Murat HAFIZOĞLU
[*]
Hz. Musa (a.s)’dan uzun asırlar[2] sonra bile, İsrailoğulları’nın sapmalarla dolu inişli-çıkışlı serüveni boyunca bir dizi peygamber aralıksız bir şekilde “kavm”i istikamet üzere tutmaya çalışmış, birçoğu bu uğurda canını vermiştir.
İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilen[4], 1 veya 3 yıllık[5] tebliğ sürecinin ardından Yahudiler’in Romalı yöneticilerle işbirliği yaparak canına kasdetmeleri üzerine göğe kaldırılan[6] Hz. İsa (a.s)’dan sonra ne oldu? O’na indirildiğini Kur’an’dan öğrendiğimiz İncil’in ve O’na iman ettiklerini yine Yüce Kitabımız’ın haber verdiği Havariler’in başına neler geldi?
Tarih boyunca Müslümanlar’ın ilgisi Hz. İsa (a.s)’ın dünyaya gelişindeki ve dünyadan ayrılışındaki sıra dışılığa –ifade yerinde ise– kilitlenmiş, Hristiyanlar’la girilen teolojik tartışmalarda ise, eldeki İnciller’den hareketle “İncil’in tahrifi” meselesi ilk sırayı almıştır.
Bu sebeple Müslümanlar tarafından tarihte Hristiyanlık üzerine yazılanların genellikle “reddiye” edebiyatı kapsamında çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz.[7] Gerek bunların, gerekse “Milel-Nıhel” tarzı kitapların, bir önceki paragraftaki sorunun cevabını araştıranlar için sadra şifa malzeme ihtiva etmemesini bu bakımdan yadırgamamak gerekir. Buna mukabil günümüzde genel olarak Dinler Tarihi, özel olarak da Hristiyanlık Tarihi üzerine yapılan çalışmaların geçmiştekilere oranla konumuz açısından biraz daha aydınlatıcı olduğunu görüyoruz.
Teslis Havzasında Tevhid’in İzini Sürmek
1945 yılında Mısır’ın Uksur şehrine yaklaşık 100 kilometre mesafedeki Nec’u Hammâdî (veya Nec’u'l-Hammâdî)[8] bölgesinde bulunan Koptça (Kıptî dili) yazmalar ile 1947′de –bugün İsrail sınırları içinde bulunan– Lut Gölü (Ölü Deniz) civarındaki Kumran harabelerinin yakınında bulunan İbranice, Aramice ve Grekçe dillerinde yazılmış tomarlar, özellikle Müslümanlar bakımından Hristiyanlık Tarihi’nin adeta yeniden yazılmasını mümkün kılmıştır.[9] Ne ki, bu iki büyük keşif üzerinde gerçekleştirilen bilimsel faaliyetlerin herhangi bir aşamasında Müslüman bilim adamlarının yer al-a-mamış olması son derece düşündürücü ve esef verici bir durumdur.
Koptça kaynaklar, Kanonik İnciller’den birinin adına izafe edildiği Markos’un, ilk yüzyılın ortalarında Mısır’a geldiğini ve burada vefat ettiğini[10] söylemektedir.[11] Bilahare Roma Hristiyanlığı’nın başını ağrıtacak olan ve Hristiyanlık tarihindeki “Tevhidçi çizgi”nin bir tezahürü olarak dikkat çeken “Arius/çuluk” hareketinin kökenini burada aramak yanlış mıdır?[12]
Keza Yahudi-Hristiyan havzasındaki Muvahhit çizginin tarihsel kökeninin, tarih sahnesine milat öncesi zamanlarda çıkan ve Hz. Yahya ve Hz. İsa’nın (ikisine de selam olsun) davetine hemen icabet eden Essenîler/İsiyîm ve/veya Zelot/Zealotlar’a dayanması –bu gruplar hakkındaki bilgilerin bütün spekülatif ağırlığına rağmen– bir ihtimal olarak bile bir Müslüman araştırmacı için yeterince heyecan verici değil midir![13]
Kısacası Muvahhid İsevîlik Hristiyanlığa dönüşmeden önce ya da “erken Hristiyanlık” döneminde neler olup bittiğinin ortaya çıkarılmasında Nec’u Hammâdî ve Ölü Deniz yazmalarının son derece büyük önemi bulunmaktadır.
Ancak dinî/tarihî tecrübelerimiz, bu yazmaların gerek tarihlenmesi, gerekse muhtevaları konusunda Yahudi-Hristiyan bilim adamlarınca yapılmış çalışmaların ilan edilen sonuçları hakkında bize hep ihtiyat telkin etmektedir. Terk-i dünya etmesinin üzerinden bir nesil bile geçmeden Hz. İsa (a.s) ve İncil etrafında oluşturulan efsane yumakları, “apokrif” ilan edilip insanlıktan gizlenen İncil versiyonları ve diğer metinler, “Hakk’ı batılla karıştıran” bir kitle karşısında bulunduğumuzu ihtar edip durmaktadır.
Dolayısıyla Havariler’in ve İncil’in akıbetini “tam anlamıyla” ve doğru bir şekilde gün yüzüne çıkarmak üzere yola çıkanları hâlâ büyük engeller beklemektedir. Zira bunun için ilk akla gelen en verimli tarihsel kaynaklar, Havariler’in de İncil’in de tamamen karşısında konumlanmış bulunanların patentini taşımaktadır.
“İNCİL-İ ŞERİF” VE “MÜJDELER”
İncil, Kur’an’ın haber verdiği gibi bir “kitap” mıdır, yoksa Hristiyanlar’ın kabul edip kullandığı anlamda sadece bir “müjde” midir? Hz. İsa (a.s)’a “inzal edilmiş” İncil diye bir “kitab”ın mevcudiyetini kabul etmek resmî Hristiyanlık bakımından mümkün değildir. Onlar bakımından “İsa’nın İncili” ifadesi ancak “İsa’nın müjdesi” anlamında kullanılabilir. Zira eğer bir vahiy varsa o bizzat İsa Mesih’tir; vahyin, ontolojik olarak O’nun dışında bir varlığından söz edilemez.[14] Dolayısıyla Kilise’nin (Hristiyanlığın) İnciller’den değil, İnciller’in Kilise’den (Hristiyanlık’tan) zuhur ettiği tesbiti, gerçeğin ifadesi olarak telakki edilmelidir.[15]
Hristiyanlar böyle düşünse de, –yukarıda da vurgulandığı gibi– Kur’an Hz. İsa (a.s)’a “indirilmiş”, ahkâm ihtiva eden bir İncil’den söz ettiğine göre[16] biz Müslümanlar bakımından burada önemli bir problem bulunmaktadır: Hz. İsa (a.s)’a “indirilen” bu İncil’e ne oldu?
Kanonik Dört İncil’in, İsa Mesih’in hayat öyküsü olduğu, dolayısıyla resmî Hristiyanlığın “yazılı İncil” anlayışının bundan başka bir şey olmadığı bilinen bir husus. Ancak yukarıda sözü edilen “Tomas İncili”[17] ile onun gibi Nec’u Hammâdî kitaplığı arasında bulunan “Filip İncili”[18] –kısmen– Hz. İsa (a.s)’ın ağzından çıkan sözleri ihtiva etme iddiası dolayısıyla bunlardan oldukça farklı bir tarza sahiptir. Bu durum “İncil” adıyla yazılanların tamamının aynı kalıpta değerlendirilemeyeceğini göstermektedir.
Hz. İsa (a.s) sonrasında kaleme alınan İncil metinlerinin her biri[19], içinde yazıldığı ortamın, yazarının ve hitap ettiği kitlenin durumun göre farklılıklar arz eder.[20] Bununla birlikte, Kilise’nin gerek “kanonik” saydığı, gerekse “apokrif” ilan ettiği İncil metinleri, muhtevaları itibariyle birbirine tamamen yabancı değildir; parça parça da olsa hepsinin yer verdiği ortak tema ve anlatımlar vardır. İbraniler İncili, Ebionitler İncili, Barnabas, Tomas, Yakub ve Filip’in adına izafe edilenler gibi çok sayıda “apokrif” İncil ile Kanonik İnciller arasındaki paralellikler ortak kaynaklara işaret ettiği gibi, farklılıklar, hatta zıddiyet de yukarıda ifade edilen “mücadele süreci”ni resmetmektedir.
Öte yandan Hz. İsa (a.s) sonrası ilk dönemlerde Muvahhid İsevîlik[21] ile Pavlus Hristiyanlığı arasında vuku bulan –aşağıda Havariler’i anlatırken bir miktar detayı verilecek olan– mücadele süreci Pavlus Hristiyanlığının galibiyetiyle sonlanınca doğal olarak Hristiyanlık kendi “resmî” akidesini oluşturup tarihini yazacak, buna uymayan metinleri de “gizlenmesi gereken” (apokrif) olarak ilan edecektir.
Pavlus din değiştirmeden önce İsevî Muvahhidler’in Yahudiler’den gördüğü baskılar “Resullerin İşleri”nde (8/3; 9/1-2) ve Pavlus’un mektuplarında (Galatyalılara, 1/13-23; Filipililere, 3/6) açıkça anlatılmaktadır. Bütün bu anlatılar, İsevî Muvahhidler’in sadece Yahudiler’den gördüğü baskının göstergesi olarak ele alınmalıdır.[22] Hz. İsa (a.s)’a yönelen Yahudi-Romalı öfkesi, doğal olarak Havariler’e ve ilk İsevî cemaate de yönelecek, hatta bir süre sonra buna Pavlus Hristiyanlığının sosyal baskısı da eklenecektir.[23]
Böyle bir ortam içinde Hz. İsa (a.s)’a indirilen İncil’in eksiksiz biçimde yazılı hale getirilmesi, getirilebilse bile muhafazası ve aktarımı elbette son derece güçtür. Mevcut dört Kanonik İncil’in kaynaklarının tesbiti konusunda yapılan çalışmalar, bu İnciller’in muhtevasını oluşturan unsurların hayli uzun, çok yönlü ve girift bir etkileşim süreci sonunda bugünkü şeklini aldığını göstermektedir.
İnciller’in kaynaklarını tesbit maksadıyla yapılan çalışmalar meyanında muhtelif nazariyeler ortaya atılmıştır. Detayları ilgili çalışmalarda görülebilecek olan “İlk İncil”, “Kısa Parçalar”, “Şifahi Rivayet” ve “İki Kaynak” gibi faraziyelerin ortak yanı, hepsinin de mevcut İnciller’den önce şifahi veya yazılı bir kaynağın/kaynakların mevcudiyetini varsayıyor olmasıdır. Yine ilgili araştırmalar, bu kaynağın/kaynakların İncil yazarlarına gelene kadar karmaşık bir oluşum süreci yaşadığını kabul etmektedir.[24] Bu süreci oluşturan unsurlar –özellikle “şifahi” unsurlar– arasında, “İncil-i Şerif”in şifahi rivayetlerinden muhafaza edilebilen kısımların da bulunduğundan şüphe duymak için herhangi bir sebep yoktur.
Bu bilgiler ışığında şunu söylemek mümkün görünüyor: Hz. İsa (a.s), kendisine inzal buyurulan İncil-i Şerif’i başta Havariler olmak üzere ilk inananlara tebliğ etmiş, fakat yazdırmamıştı. Zira hem kısa, hem de oldukça sıkıntılı geçen tebliğ süreci içinde buna fırsat bulamamıştı. O’nun göğe çekilişinden sonra Havariler de –aşağıda da anlatılacağı üzere– sürekli biçimde baskı ve kovuşturma altında, dolayısıyla İncil’i üçüncü şahıslara bir bütün olarak yazdırma imkânından mahrum yaşadılar. Yapabildikleri, uygun zeminlerde İncil’den ve Hz. İsa (a.s)’ın öğretilerinden aktarabildiklerini aktarmaktan ibaret olmuştur.[25]
Bu menkulat uzun yıllar içinde ağızdan ağza, yöreden yöreye ve ortamdan ortama aktarıldıkça Hz. İsa (a.s)’ın ve Havariler’in hayat hikâyelerinden kimi unsurların girmesine mukabil, İncil pasajlarının önemli bir kısmının çıkması tarzında bir muhteva değişikliğine de maruz kalarak İncil yazarlarının kaynaklarına kadar ulaştı.
Kur’an’ın, “Biz Hristiyanız” diyenlerden de kesin sözlerini almıştık. Onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular.”[26] ayetiyle ifade ettiği noktaya gelişin hikâyesi kısaca böyle olmalıdır. Zira eğer Roma Hristiyanlığının resmîleştirdiği Hristiyanlık Tarihi esas alınacak olursa, bu tarih içinde bir yanıp bir sönen, ama hiçbir zaman tamamen ortadan kaybolmayan Muvahhid çıkışların ikna edici izahını yapmak asla mümkün olmayacaktır…
HAVARİLER
Her ne kadar İbn Hazm, resmî Hristiyanlığın kabul ettiği Havariler’in gerçek anlamda Hz. İsa (a.s)’ın Havarileri olduğunu kabul etmemiş ve “Kur’an’ın haber verdiği Havariler, Hristiyanların isimlerini saydığı kimseler değildir” demiş ise de[27], Hz. İsa (a.s) adına ortaya atılmış tezvirata ibtina eden resmî Hristiyanlığın, Havariler hakkında da “müzevver” bir hikâyeye sahip olması yadırgatıcı değildir.[28]
Hz. İsa (a.s)’ın “sahabesi” hakkında detaylı bilgi bulunmaması –tıpkı İncil-i Şerif’in akıbeti meselesinde olduğu gibi– ancak “iz sürerek” ve “satır arası okuyarak” ortaya konabilen bölük-pörçük bilgi kırıntıları ile yetinilmesi sonucunu doğurmuştur. İsimleri konusunda bile tam bir ittifaka rastlanamayan Havariler hakkında İslam kaynaklarında da çok fazla bilgiye tesadüf edilmez. Mevcut bilgiler de büyük ölçüde Hristiyan kaynaklarından veya mühtedi Hristiyan alimlerin anlattıklarından elde edilmiş görünüyor…
Hz. İsa (a.s) sonrası Muvahhid İseviler’in ilk büyük imtihanı, Stefanos isimli cemaat üyesinin Kudüs’te Yahudilerce taşlanarak şehid edilmesi olayıyla yaşanmıştır. Bu olaydan sonra Muvahhid İseviler cemaati Kudüs’ü terk ederek Yahudiye, Samiriye, Kıbrıs, Fenike, Antakya… gibi yerlere dağılmış, Kudüs’te sadece Havariler kalmıştı.[29] Aşağıda değinileceği gibi Kudüs’te kalmakla aslında “zor”u seçmiş olan Havariler, bilhassa Yahudiler’in tazyikine maruz kalacaktır…
Hz. İsa (a.s)’ın Kur’an’da birkaç yerde[30] zikri geçen havarilerinin sayısı, gerek İslam gerekse Hristiyan kaynaklarında 12 olarak verilir. Liste Matta (10/2-4) ve Markos’ta (3/16-9) şöyledir:
1. Simon Petrus (Kifas), 2. Petrus’un kardeşi Andreas, 3. Zebedi’nin oğlu (büyük) Yakub, 4. Zebedi’nin oğlu Yuhanna (Hanna), 5. Filipus, 6. Bortolomeus, 7. Didimus Yahuda Tomas, 8. Matta, 9. Alfeus’un oğlu (küçük) Yakub, 10. Taddeus, 11. Gayyur Simon, 12. Yahuda İskariyot.
Bu listede 8. sırada zikredilen Matta, Markos (2/14) ve Luka (5/27) incillerinde Alfeus’un oğlu Levi olarak, 10. sırada zikredilen Taddeus’un adı Luka İncili’nde (6/16) Yakub’un oğlu Yahuda, Matta İncili’nde (10/3) ise Lebbeus olarak verilmektedir. 12. sırada zikredilen Yahuda İskariyot ise Ahd-i Cedid’e göre Hz. İsa (a.s)’ı ele veren kişidir. Bu ihaneti dolayısıyla diğer havariler tarafından listeye onun yerine Mattias alınmıştır.
Burada Yusuf (Joseph) Barnabas’ın (meşhur İncil’in yazarı), Hz. İsa (a.s) ile birlikteliği sabit olduğu halde neden Havariler listesinde yer almadığı sorusu akla gelebilir. Hemen belirtelim ki, birçok otorite onu Havariler arasında saymıştır.[31] İhanetinden sonra Havariler arasından tard edilen Yahuda İskariyot’un yerine, yaşadığı sürece Hz. İsa (a.s) ile yoldaşlık etmiş kimseler arasından, “soyadı/lakabı Justus/Yustus olup Barsaba/Barnaba denilen Joseph/Yusuf ve Mattias tesbit edilip aralarında kur’a çekilmiş, kur’a Mattias’a çıkınca o havari sayılmıştır.[32] Bununla birlikte Yahudi kökenli Muvahhit İsevîler Barnabas’ı havari olarak kabul eder.[33]
Hz. Yahya (a.s) döneminden itibaren Hz. İsa (a.s) ile yoldaşlık etmiş olması, Barnabas’ın Hz. İsa (a.s)’ın kadim ashabı arasında yer aldığını ve Havariler nezdinde de önemli bir mevkie sahip olduğunu gösteren tek gerçek değildir. Hz. İsa (a.s) sonrası Havariler cemaatinin faaliyetleri arasında adının hep ön planlarda geçiyor oluşu da onu önemli kılan hususlardan biridir.
Yahudiler ve Havariler
Hz. İsa (a.s) sonrasında Kudüs’te toplanmış bulunan Havariler, bir yandan Yahudiliğin, diğer yandan Roma yönetiminin baskısı altında Muvahhid İsevîliği yaşamanın ve yaymanın mücadelesini vermişlerdir. Petrus ve Yuhanna Hz. İsa (a.s)’ın öğretilerini tebliğ ederken Yahudiler tarafından tutuklanmış, bir süre sonra serbest bırakılmışlardı.[34] Babil Talmudu’nda Hz. İsa (as)’ın Mattay (Matta), Nakay (?), Nezer (?), Buni (?) ve Tadah (Taddeus?) isimli şakirtlerinin Yahudi mahkemesinde yargılanmalarından bahsedilmektedir.[35] Bu yargılanmanın sonucu Havariler’in idam edilmesini, Pavlus’un hocalığını yaptığı belirtilen ünlü Yahudi alimi Gamaliel’in engellediği söylenmiştir.[36] Bu, Resullerin İşleri’nde[37] anlatılan hadise olmalıdır. Nihayet muhtemelen 43 yılında Havariler’in reisi ve Hz. İsa (a.s)’ın kardeşi Yakub tutuklanmış ve boynu vurularak şehid edilmiştir.[38]
Bütün bunlar sadece Havariler üzerindeki Yahudi baskısını açık biçimde göstermekle kalmaz, aynı zamanda İncil-i Şerif’in nasıl kısa süre içinde ortadan kaybolduğunun izahını da verir.
Pavlus Hristiyanlığı ve Havariler
Müzevver “Şam vizyonu”ndan yaklaşık 3 yıl sonra Pavlus Kudüs’e gitmiş ve Havariler’in liderleri durumundaki Yakub ve Petrus ile tanışmıştır. Ancak 15 gün süren bu seyahatten ne Havariler’in ne de Pavlus’un memnun kaldığını söyleyebiliriz.[39] Her ne kadar bazı yazarlar, kısa bir tereddüt safhasından sonra Havariler’in, Muvahhid İsevîliği Hristiyanlığa dönüştüren Pavlus’un etrafında toplandığını söylese de[40] Resullerin İşleri ve bizzat Pavlus’un muhtelif mektupları durumun pek öyle olmadığını söylemektedir.
Bu ilk temastan sonra Pavlus ile Kudüs’teki Muvahhid Havariler’in arası hiçbir zaman düzelmeyecektir.[41] Muhtelif yerlere yazdığı mektuplar[42], Kudüs cemaati ile aralarındaki rekabetin en canlı şahididir. Çıktığı üç büyük “misyon gezisi”nin hemen tamamının akabinde Kudüs’e giden veya çağrılan Pavlus’un, yaydığı “aykırı” inançlar dolayısıyla burada kendisini savunmak ve “hesap vermek” zorunda bulunması, Havariler’in etkinliğinin en bariz ifadesidir. Resmî Hristiyanlığın görüşleri doğrultusunda Havariler’den bazılarının Pavlus ile birlikte hareket ettiği, dolayısıyla onun öğretisini benimsediği yolundaki anlatımlar bu sebeple her zaman ihtiyatla karşılanmalıdır.
Havariler’den Petrus, Zebedi’nin oğlu Yakub, kardeşi Yuhanna ve Alfeus’un oğlu Yakub’un öldürüldüğü görüşü ağırlıktadır.[43] Ayrıca Kilis’te –halk arasında “Kütküt Baba” diye bilinen– “Şem’un Nebi türbesi”nde yatan zatın Gayur Simon (Şem’un) olması muhtemeldir.[44]
* * *
Hristiyanlık tarihi içinde, uzak yıldızlar gibi bir parlayıp bir sönen, ancak varlığını muhafaza eden bir “muvahhit çizgi” hep var olagelmiştir. Resmî Hristiyanlık tarafından köşe bucak saklanmaya çalışılsa da Hz. İsa (a.s)’ın gerçek öğretisinin yansımalarını taşıyan metinler gibi Muvahhit İsevîlik de tarihsel bir realite olarak önümüzdedir. Kur’an ve Sünnet’in rehberliğiyle Hz. İsa (a.s)’ın gerçek mesajının farkında olan Müslümanlar, “doğru başlangıc”ı yapma avantajına sahip oldukları için, resmî Hristiyanlığın da, onun karşısında konumlanmış bulunan modern bilimsel çalışmaların da atladığı gerçeği insanlığın muhakemesine sunma şansına her zaman sahiptir: Hz. İsa (a.s) şüphesiz ki görevini yaptı ve Tevhid’i tebliğ etti. Bu nasıl tarihsel bir realite ise, O’na indirilmiş bir Kitab’ın (İncil) ve O’na inanan ve nezd-i Bârî’de “hakikatin şahitleri” ile birlikte kaydedilmeyi uman muvahhit Havariler’in mevcudiyeti de aynı şekilde tarihsel birer realitedir. Buna sadece resmî Hristiyanlığın “apokrif” (halktan saklanması gereken) dediği metinler değil, “resmî” (kanonik) metinlerin “satır arkaları” da şahitlik etmektedir. Şüphesiz ki Hristiyanlık tarihinin “heretik” (sapkın” olarak kaydettiği muvahhit hareketlerin her birinde, Havariler’in gayretinin, soluğunun ve adanmışlığının izi vardır.
Dinler Tarihi konusunda çalışanların, Hristiyanlık Tarihi’ni, Hristiyanlığın resmî metin ve söylemlerine inhisar ettirme alışkanlığından sıyrılıp, bu izi sürmeye yoğunlaşmaları gerekir…
——————————————————————
[*] İncil-i Şerif ve Havariler’le ilgili bu yazıda konunun ancak ana hatlarını işleyebildim. Hazırlıkları devam eden –Hristiyanlık, Diyalog ve Misyonerlik’le ilgili– kitapta bu konu daha geniş bir şekilde yer alacaktır.
[2] Hz. İsa’nın tebligatının Hz. Musa’dan (ikisine de selam olsun) ne kadar zaman sonra vaki olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır. Çağdaş araştırmacılar bu zaman aralığını genellikle 1200 küsür yıl olarak verirken, daha eski kaynaklar rakamı 1700, hatta 1900 küsür yıla kadar çıkarmaktadır. Bkz. M. Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, I, 223; G. Tümer-A. Küçük, Dinler Tarihi, 211; Y. Kutluay, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, 166, 11. dpnt.; es-Süyûtî, el-Hâvî, II, 251; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, I, 43.
[3] İbn Kesîr, Hz. Zekeriyya (a.s)’ın normal bir ölümle mi öldüğü, yoksa şehid mi edildiği konusunda ihtilaf bulunduğunu söylerse de (bkz. Kasasu’l-Enbiyâ, II, 342; krş. et-Taberî, I, 591), kaynakların ağırlıklı olarak tercih ettiği, onun şehid edildiğini anlatan rivayettir. Bkz. İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam, I, 302; es-Sa’lebî, Arâisu’l-Mecâlis, 380-1; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI, 468-9…
[4] 3/Âl-i İmrân, 49; 43/ez-Zuhruf, 59; 61/es-Saff, 6. Krş. Luka, 24/21.
[5] Yuhanna İncili’nde Hz. İsa (a.s)’ın hayatı 3 Fısıh (Pesah) bayramına dağılmış sahnelerle anlatılırken (2/13, 6/4, 12/1), diğer İnciller tek bir Fısıh bayramından söz eder. Bu durum, Hz. İsa (a.s)’ın tebliğinin ne kadar devam ettiği sorusuna 1 veya 3 yıl şeklinde farklı cevaplar verilmesine yol açmıştır. Sinoptik (Matta, Markos ve Luka’ya izafe edilen) İnciller ile Yuhanna İncili arasındaki çelişkiler meyanında bu nokta da dikkat çekmektedir. Resmî Hristiyanlığın kabulleri doğrultusunda kısa bir “Hz. İsa (a.s) kronolojisi” için bkz. DİA, XXII, 468; Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı 153-4.
[6] 3/Â-i İmrân, 55; 4/en-Nisâ, 157-8.
[7] Bu konuda tesbit edilmiş bir bibliyografya için bkz. Ramazan Biçer, İslam Kelamcılarına Göre İncil, 17 vd.
[8] نجع الحمادي veya نجع حمادي . Burada bulunan son derece kıymetli yazmalar hakkındaki malumatı olduğu gibi, yörenin ismini de (”Nag Hammadi” olarak) Batılılar’ın ağzıyla telaffuz ediyor oluşumuz gerçekten hüzün vericidir.
[9] Her iki koleksiyon hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmed Osman, Mahtûtâtu’l-Bahri’l-Meyyit, 127 vd.
[10] Bkz. Özemre, 13 (26 nolu dpnt.)
[11] Roma Hristiyanlığı bu bilgiyi “tartışmalı” bulur. Bkz. Hıristiyanlık Tarihi, 66.
[12] Bkz. Maurice Bucaille, Tevrat İnciller ve Kur’an, 98.
[13] Essenîler’le ilk muvahhid İsevîler arasındaki ilişki için bkz. Eliade, II, 400.
[14] Yuhanna, 10/7; Korintoslulara-I, 1/24; Sarıkçıoğlu, 302, 305.
[15] Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, 133.
[16] 5/el-Mâide, 46-7; 7/el-A’râf, 157…
[17] Tomas İncili’nin, MS 30-60 yılları arasında (muhtemelen 50′li yıllarda) Hz. İsa (a.s)’ın manevi kardeşi ve Muvahhid İsevîler’in (Kudüs cemaati) lideri Yakub’un gözetiminde derlendiği, dolayısıyla bu metnin diğer İncil metinlerinden daha kadim bir döneme ait olduğu bilinmektedir. (Bkz. Gündüz, 149.)
Bu İncil’in, biri Ekrem Sarıkçıoğlu’na (OMÜ İlahiyat Fak. Der. IV, 14 vd.), diğeri Ahmed Yüksel Özemre’ye (Hz. İsa’nın 114 Hadisi adıyla, İst. 2024) ait olmak üzere yayımlanmış iki ayrıt Türkçe çevirisi bulunmaktadır. Özemre’nin çalışması, aynı zamanda Tomas İncili’nin ihtiva ettiği metinlerin yorumunu da yapmaktadır.
[19] Bkz. Luka, 1/1-4.
[20] Bucaille, 96; Gündüz, 151.
[21] İlgili çalışmalarda müntesiplerine genellikle “Yahudi Hristiyanlar” veya “Kudüs Hristiyanları” denmiş olsa da onların Muvahhid İsevî olarak anılmasının daha uygun olduğu düşüncesindeyim.
[22] Eliade, II, 392.
[23] Muhammed Atâurrahîm, Bir İslâm Peygamberi Hz. İsa, 67.
[24] Yıldırım, 139 vd.; Şaban Kuzgun, Dört İncil Farklılıkları Çelişkileri, 116-7; DİA, XXII, 273.
[25] Mahmut Aydın, “Yahudi Bir Peygamberden Gentile Tanrıya: İsa’nın Tanrısallaştırılması Süreci”, İslâmiyât dergisi, III/4, 50. Ayrıca bkz. Kuzgun, 126.
[26] 5/el-Mâide, 14.
[27] İbn Hazm, el-Fısal, II, 89-91.
[28] Havariler’in ağzından Hz. İsa (a.s)’a uluhiyet izafesi uydurması için bkz. Matta, 16/16; Yuhanna, 1/14.
[29] Bkz. Resullerin İşleri, 6, 7, 8. bablar; ayrıca 11/19-24.
[30] 3/Âl-i İmrân, 52; 5/el-Mâide, 111-3; 61/es-Saff, 14.
[31] Bkz. DİA, V, 77.
[32] Resullerin İşleri, 1/21-6.
[33] Atâurrahîm, 60.
[34] Resullerin İşleri, 3 ve 4. bablar.
[35] Baki Adam, “Yahudiliğin Hıristiyanlığa ve İslam’a Bakışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları (Sempozyum metinleri), I, 162.
[36] Yıldırım, 56.
[37] 5/17-41.
[38] Resullerin İşleri, 12/1 vd.; Eliade, II, 392.
[39] Galatyalılara Mektup, 1/18-9; Resullerin İşleri, 9/26-8.
[40] Yıldırım, 51.
[41] Bkz Galatyalılara Mektup, 2/1-21; Gündüz, 59 vd.
[42] Galatyalılara, 3 vd. bablar; I. Korintoslulara, 1/10 vd.; 4/18 vd.; Romalılara, 2, vd. bablar.
[43] Yıldırım, 54.
[44] Özemre, 6 (5. nolu dpnt.)