İnkişaf
İlmî dergicilikte yeni bir soluk

İnkişaf

“Ben tahta değil, bir yangının kızgın külleri üzerine oturdum”*

Abdullah KARGILI

“Sultan Vahideddin merhûmun Boğazlayan kaymakamı Kemal Bey’in idamı dolayısıyla devrin Şeyhülislamı Allame Mustafa Sabri Efendi’yi derin bir fıkıh münâkaşasıyla üç-dört saat terletmiş olmasına ilaveten şunu da söyleyelim ki, bugün elde mevcut muamelatlı ilmihal kitaplarının en meşhuru olan “Nimetü’l-İslam” isimli eser de O’nun kaleminden çıkmıştır. Tevazuu sebebiyle bu eserin, devrinin büyük alimlerinden ve şahsi dostu olan Hacı Zihni Efendi tarafından imzalanıp yayınlanmasını istemiş olduğu yakın akrabaları tarafından bize bizzat ifade edilmiş bulunmaktadır. Esasen bu keyfiyet, eserin dilinin “Saray Türkçesi” ne ait hususiyetleri ile de sabit bulunmaktadır.” Sh.78***
“Pakistan’da bazı müteşebbis zevatın himmetiyle bir heyet kurulup, merhum Vahidüddin Han, Avrupa’da sıkıntı içinde bulunduğu zaman, külliyetli bir miktar para toplanıp Ağa Muhammed Nureddin Cafer isminde bir zat vasıtasıyla kendisine gönderilmiştir. Fakat râvinin belirttiğine göre, merhum Vahidüddin Han, bu parayı kabul etmemiş ve:

“-Hamd olsun şimdi ihtiyacım yoktur!” demiş.
Parayı götüren zat ise:
“-Bu parayı Müslümanlar İslami bir hizmete sarf etmeniz için göndermişlerdir.” diye Halife’nin gönlünü almak suretiyle parayı almasını temin etmek istemişti. O zaman Halife, parayı getiren zata:
“-Sizin ülkenizde İslami bir medrese veya buna benzer bir müessese var mıdır? diye sormuş. Zat-ı muhterem de “Sind-i İslamiyye” medresesinden ve diğer bir-iki medreseden bahsetmiş. Merhum Halife:
“-Madem ki, bu parayı benim bir İslami işe sarfetmem için getirdiniz, ben de Halife sıfatıyla sizi naib tayin ettim. Bu parayı alıp götürün, Sind-i İslamiyye medresesi ile O’nun yanındaki diğer medreselere Halife’nin namına sarf edin!…” demiştir.
Râvî devamla şöyle demektedir;
“Halife bu sözü söylediği zaman, Halife’nin huzurunda ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. Zira ihtiyacı olduğunu biliyorduk. Huzurundan ayrıldık ve bu parayı dediği yerde sarf eyledik. Fakat geri gelip Hindistan’a vardığımız zaman Halife’nin vefat etmiş olduğu haberini aldık.”
Yukarıdaki satırlar Kadir Mısıroğlu’nun “Bir mazlum padişah: Sultan Vahideddin” adlı eserinden iktibas edildi. Kitapta buna benzer, üstü örtülmüş daha nice ilmi ve tarihi bilgiler yer almakta. Mısıroğlu -mezkür eserinde- talihsiz sultanın hayatına bütün yönleriyle ışık tutuyor ve bilmediğimiz bir çok bilgiyi gün yüzüne çıkarıyor.
“Osmanoğullarının Dramı” isimli eserinde hanedanın Vahideddin dışındaki üyeleri de mevzubahis edilirken, “Üç Mazlum Padişah” adlı kitabının -Sultan Abdulaziz, Sultan II. Abdülhamid, Sultan Vahideddin- genişletilmiş baskısı olan elimizdeki nüshada etraflı bir şekilde son padişahın çocukluk, gençlik, gurbet gibi hayat evreleri ayrı ayrı resmedilmekte ve yorumlanmakta.
“Hakkın setredilmesi zulümdür” düsturundan hareket eden Mısıroğlu’nun tarih anlayışı bu kitapta da kendini gösteriyor. Mevcut belgeleri bir ilim adamı hassasiyetiyle konuşturan yazar, okuyucuya hem doğru bilgi, hem de derin bir tarih şuuru aşılıyor. Diğer kitaplarında da müşahede edilen bu husus, akademik yayınlardaki kuru, iddiasız, yavan uslub ve muhtevadan sıkılanlara okuma zevki veriyor.
Mısıroğlu, kitabın önsözünde, Sultan Vahideddin ile alakasının ilk olarak çocukluk yıllarında başladığını belirtiyor: İlk mektebe başladığında bir merasim dolayısıyla ezberletilen şiirde Osmanlı padişahlarına yapılan hakaretler yazarın dikkatini çekmiş, evdeki büyüklerine sormuş, annesinin bu tür şeylere inanmaması gerektiği yönündeki nasihatleri hayatında yol gösterici olmuş. Mısıroğlu ilk mektebin son sınıflarında bilhassa Sultan Vahideddin ile alakalı “kaçtı, sattı, düşmanla işbirliği etti, haindi…” gibi ifadelere rastlayınca bunlara da büyük bir isyan duygusuyla mukabele etmiş.
Yazarın“Sultan Vahideddin” adlı kitabı üç bölümden müteşekkil. Birinci bölümde Vahideddin’in devraldığı miras ve şehzadeliği yer almakta. İkinci bölüm iktidar devresi ve bu devre ait bazı hadiseler çevresinde uydurulan iddialara cevap mahiyetinde. Üçüncü bölüm ise Sultan’ın gurbet faslı ve vefatıyla alakalı. Toplam 384 sayfadan müteşekkil olan eserin son sayfalarında Vahideddin dönemindeki olayların kronolojik sıralaması yer alıyor.
Bilgi için: Sebil Yayınevi 0 216 391 15 00
* Sultan Vahideddin

***

MEZAR TAŞI

Eli boş gidilmez gidilen yere
Boş gelmedim ya Râb ben suç getirdim.
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımla çok güç getirdim.
Tahirü’l Mevlevî’nin mezartaşı yazısı

Hakperestim arz-ı ihlas ettiğim dergâh bir
Bir nefes Tevhid’den ayrılmadım Allah bir
Muallim Naci’nin mezartaşı yazısı

KABUK VE ÖZ
Dışını şeriatla meşgul eden, ona bağlayan kimselerin Allah; sır yani iç alemlerini
müşahedesiyle süsleyip donatır. Dış hareketler, iç bereketlerin sebebi ve doğurucusudur.
Abdulhakim Arvasî (Tasavvuf Bahçeleri)

BİLMEK
Bilmek seyretmek değildir, bir sırrı çözmektir. Kainat olaylarını çok tanımak, bilmek
değildir. Bilmek, kanunu bilmektir. Dünyamızın nizamını anlamaktır. Sebepleri ve zaruretleri
yakalamaktır. Büyük nizamın muammasını çözmektir.
Nureddin Topçu (Var Olmak)

KİŞİLİK
Yazarlarının kişilikleri kalmamış olan ülkeler, kendi tüzel kişiliklerini de yitirirler.
Nuri Pakdil (Biat)

İLERLEME
Avrupalılar ilerlemeye (progres) ve evrime (evolution) inanmaya başlamalarından bu yana,
yani bir yüzyıldan biraz daha fazla bir süreden beri, Doğunun bu değişmemesini bir aşağılık
belirtisi olarak kabul etmişlerdir. Oysa biz, tersini düşünüyoruz. Bizce, burada Batı
uygarlığının ulaşamamış olduğu bir denge hali sözkonusudur.
Rene Guenon (Doğu Düşüncesi)

ZEKÂ
Görünen odur ki, insanın zihninin zemin katında, “beş duyu”ya bağlı olarak “akıl” tezgahını
kurmuş, “eşya dünyasındaki kalıplar içinde” hammadde topluyor, tasnif edip depoluyor,
“şuurumuz” da en üst katta oturmuş, bu materyali, insanın ruhi ihtiyaçlarına” göre, işleyip
yorumluyor. “Zekamız” ise, bir asansör gibi, “akıl ile şuur” arasında gidip geliyor; insanın
“maddi” ve “manevi” ihtiyaçlarını dengelemeye çalışıyor.
S.Ahmed Arvasî (Akıl ve Gönül)

DÖRTLÜK
Dâr-ı dünya, ey birader, köhne mihmanhânedir
Dil veren viraneye, uslu değil, dîvânedir.
Bir mukîm kimse bulunmaz hâne-i eflakde
Cümle halk ehl-i sefer, âlem misafirhânedir.
Ahmed Celaleddin Dede

ÖMÜR
Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi
görünürse ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden daimi bir şekilde görünür.
Mevlana (Mesnevî)

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.