Dr. Nureddin BOYACILAR
بسم الله الرحمن الرحيم
Rabbânî alim, muhaddis, fakih, usulcü, edib, muhakkik, selef-i sâlihinden bize ulaşan, Halep’li hocamız, üstadımız; Ebu Zahid Abdülfettah b. Muhammed b. Beşir b. Hasan Ebu Gudde el-Hâlidî el-Mahzûmi el-Halebî el-Hanefî (D.1336 h./1917 m.)
Merhum hocamı önceleri kitaplarından tanıyordum. 1969-1970 yıllarında kendileriyle mektuplaşmak suretiyle tanışmıştım. 1979 yılında Riyad İmam Muhammed b. Suûd İslam Üniversitesi’ne ziyaretçi hoca olarak gittiğimde bana “Sen Riyad’da misafirsin, buranın yabancısısın” diyerek muhterem oğlu ile otele ziyaretime gelmişti (bu kendisinin ne kadar mütevazı bir kimse olduğuna açık bir delildir). Bendenize Suudi Arabistan’da nasıl davranacağım hakkında nasihatlerde bulunmuştu. 1980 yılında mezkûr üniversite ile anlaşma yaptım. 1880-1987 yılları arası Riyad Usûlu’d-Dîn Fakültesi Hadis Bölümünde hoca-talebe birlikte çalıştık. Kendilerinden bu müddet zarfında çok istifade ettim. Hadis kürsüsünde bulunan hocalar üzerinde ağırlığı vardı; teklif ettiği konular, yapılması gereken hususlarda, ders programlarında ne demiş ise tartışmasız kabul görürdü. Mısırlı bir tefsir doçenti, Hocaefendi’nin tez münakaşasında bulunduktan sonra “Bu Hoca hiç şüphe etmiyorum 10 adet Doktora tezini hiç kaynaklara bakmadan münakaşa edebilir, değerlendirebilir.” demişti.
Üniversite Rektörü Dr. Abdullah Abdul-Muhsîn et-Türkî, Üniversite öğretim üyeleriyle bir toplantıda Abdulfettah Hoca’ya “Talebelerimizde noksanlık görüyorum, ilim talebelerine yakışmayacak davranışlar müşahade ediyorum; lütfen ilim talebesinin ne gibi sıfatlarla sıfatlanacağı, terbiye ve âdâbı, hocalarına karşı ne şekilde davranacağı hususunda bir risâle yazın da fakültelerde ders kitabı olarak okutalım.” demişti. Hocaefendi bunun üzerine Safahât min Sabril-Ulemâ; Kiymet-uz-zaman inde-l-ulemâ; Minhâc’us-selef inde’s-suâli anil-ilm min edebil-İslam; Er-Rasûl el-Muallim ve esalibuhu fit’ta’lim; El-Ulemâ-u el-Uzzâbu ellezîne Âseru el-ilme ale’z-zevâc adlı eserleri kaleme almıştı.
Memleketi olan Halep şehrinden mecbûri hicret ederek Suûdi Arabistan Riyad’da 30 yıla yakın Hadis profesörü olarak görevde bulunmuştu. 20’yi aşkın talebenin master ve doktora tezlerini yönetmiş, sayılarını bilmediğim kadar da tez münakaşalarına katılmıştı.
Hindistan’a ve Pakistan’a iki defa ilmî yolculuklarda bulunmuş, bu ülkelerdeki âlimlerle görüşmüş, özellikle bazılarından hadis, hadis usûlü ve fıkıh ilimlerinden icâzet almıştır. Hindistanlı alimlerin ısrarı üzerine Allâme Muhaddis Abdulhayy el-Leknevî’nin bir çok eserini tahkîk, hadisleri tahric etmek sûretiyle nefis fihrist ve ta’liklerle eserlerini neşretmiştir.
Hocamızın Hadis tahrici, hadis ricâli, cerh ve tadil ilmi, hadis senetlerinin tenkidi, hadisin fıkhı ve sebeb-i vürudu üzerindeki vukûfiyeti büyüktü. Hocamız muhaddis, fakih sıfatlarını kendisinde mezcetmişti. Mücerred nakilcilikle yetinmez, hadisin fıkhına, sebebi vürûduna, hadiste adı geçen muhatabın durumuna vakıf olup, ictimâî, kültürel ve psikolojik durumları göz önünde bulundurarak açıklamalarda bulunurdu. Sahabe, tâbiîn, etbâut-Tâbiîn, tebei’l-etbâın, hayatlarını çok iyi bilirdi.
Hanefî fıkhına vukûfiyeti de büyüktü. Hanefî mezhebine göre hangi hadislerin delil sayılacağını belirtir ve bunları, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinin delillerine mukâyese ederdi. Hanefî görüşünü ekseriyetle tercih ederdi.
İslam Hukuk fakültesinde dört mezhebe göre (mukayeseli olarak) hadis derslerini yıllarca okutmuştu. Usûl-id-Dîn Fakültesi Hadis kürsüsünde ise cerh ve tadîl, Usûlü hadis (Tedribi-r-Râvî’den), Buhârî ve Müslim şerhlerinden aynı hadisin (mukayeseli olarak) tedrisâtını yapıyordu.
Geniş ilmi, detaylı araştırıcı, tahkik ilminde imam, muâsır alimler arasında yüksek isnad (âlî isnad) sahibi, İslam âleminin birçok yerinde bulunan müsnidlerden icazet alan ve yüzlerce talebe yetiştiren ve onlara icazet veren, ilmî ahlakında, ilmî otoritesinde ve yaşayışında örnek, salih bir insandı.
İlmî emaneti sırf Allah rızası için taşıyarak okutmak, öğretmek ve sonraki nesillere ehl-i sünnet inancını taşımak gayesi güden ve ilmî çevrelerde yüksek itimad sahibi bir şahsiyetti.
Bir defasında evine (Bayram’da) ziyarete gittiğimde, evinde Pakistanlı, Hindistanlı, Endonezyalı, Habeşli talebeler vardı. Onlara dönerek ve bana işaret ederek “Bunun memleketi var ya (Türkiye) namaz kılmak için camilere gittiğinizde hiç bir gürültü, hışırtı işitmezsiniz, sanki namaz kılanların başlarına kuş konmuşçasına huzur içinde huşû ile namaz kılarlar, saflar askerî disiplin içinde tertip olunmuş. Namaz başladıktan sonra boş yerleri doldurmaya hiç gerek kalmaz. ” demişti.
Türk talebeleriyle ziyaretine gittiğimizde bize “Ben Zâhid el-Kevserî Hocamın üzerimde bulunan hakkını nasıl öderim; Türk talebelerine yeterli derecede faydalı olamadım, onlara özel dersler veremedim” diye hayıflanmıştı. Türk talebelerine bir müddet evinde tatil günlerinde ders vermeye başlamıştı ki, Suudlu yetkililer dersi durdurdular.
Bendenizi İbnu-l-Cevzî’nin “el-Mevdûat” adlı eserini tahkik ve hadisleri tahric etmem husûsunda ısrarla teşvik etmiş, bana bir nevi sorumluluk yüklemişti; ve bana devamlı sûretle;
“Kitap ne oldu, nereye kadar tahkik yaptın, ne kadar kaldı? Şayet bitirmezsen pişman olursun, başka biri senden önce davranır yayınlarsa çok üzülürsün.” derdi. Allah’a hamd olsun kitabın tahkîkinin tamamlandığı ve basılmaya hazır olduğunu mektupla haber verdiğimde çok sevindi ve dualar etti. “el-Mevdûat” adlı eserin içinde manasını anlayamadığım ibâreler ve cümleler vardı. Kendisinden açıklaması için rica etmiştim. Sorulara 2 sahifeyi aşkın açıklamaları ihtiva eden mektup göndermişti. Bu bilgi ve açıklamaları aynen hocamın adıyla dipnotlarda zikrettim. Ayrıca mektubunda, kitap neşredilmeden önce yazma eserleri tetkik hususundaki eserleri dikkatle okumamı, fihristlere önem vermemi, kitapları, bablara, hadislere, eserlere ayrı ayrı baştan sona kadar numara verilmesini, cerh ve ta’dil edilen râviler fihristini yazmamı tavsiye etmişti.
1996 yazı Konya’mıza teşrif etmişler, Konya’da akdedilen Kongreye iştirak etmişlerdi. Bendenize “Yarın Sahih-i Müslim Kitabını getir sana okutacağım ve icâzet vermek istiyorum.” dedi.. Bence, şahsıma ve yanındaki arkadaşlara icâzet vermek istemesi ölümünden önceki bir kerametiydi. Sanki sevdiği Konya’ya ve Konyalılara veda ediyordu. Konuşmalarında, hareketlerinde bunu hissetmiştim. Belediye sarayına geldim, yanımızda Emin Saraç, Dr. Seyyid Bahçıvan Hocalar vardı. Abdest aldık diz çöktük, bendenize Sahih Müslimin’in evvelinden üç sahife kadar okuttu, “şerh et” dedi. Sonra kendileri tafsilatlı bilgi verdiler, sonra yanında taşıdığı miskten hepimize eliyle sürdü. Hazır olanların hepsine de icâzet verdi ve imzaladı, dualar etti.
İlim adamlarına takva ve zühd sahibi kimselere sevgisi, hürmeti fazla idi. Isparta’da ikâmet eden Diyarbakır Hazro’lu İsmail Çetin hocaefendi, sırf kendisini görmeye geldiğini söyleyince çok duygulandı. İsmail hocaefendi kendilerine “Muhammed Zâhid Kevserî hocaya şeklen, ilmen ve rûhen çok benziyorsunuz.” deyince ağlamıştı; çünkü hocasını çok mu çok seviyordu.
1994 yılında Konya Selçuk Eğitim merkezi hocaları ve talebeleri ile Ramazan ayında Mekke’ye vardığımızda, geldiğimizi haber alır almaz, damadını ve bir talebesini göndererek Mescid-i Haram’da bizi arattırmış, nihayet üst katta terâvih namazından sonra kendisiyle buluşmuştuk. Zâtı âlilerinden bize ve talebelere nasihatte bulunmasını rica ettim. “Tabii, bu benim görevimdir.” diyerek kabul ettiler. Ertesi günü teravih namazını müteakiben Diyanet İşleri Başkanlığı misafirhanesinde iki saati aşkın talebelerle ve bizlerle sohbet ve nasihatte bulundu.
Ehli sünnet vel-cemaat itikadı üzerine her türlü ırktan talebelere dersler verdi, onları yetiştirdi, birçoklarına Hadis ve Fıkıh’tan icâzet verdi. Türkiye’yi ve Türk’leri çok seviyordu. Konya’yı ve Konyalıları da çok sevdi. Daha önce Konya’yı görmediğine hayıflandı. Burada gördüğü sıcak ilgi ve muhabbetten çok memnun kalmış olacak ki, gelecek yıllarda yaz tatilini Konya’da geçirmeye karar vermişti.
İlme verdiği önem
Hocamız; hadis, hadis usûlü, cerh ve tadil, fıkıh ve usûl-ü fıkıh ilimlerinde ihtisas sahibi idi. Bunun yanında, tefsir, tefsir usûlü, tarih, siyer, edebiyat, belağat ilimlerinde de bilgili olup birçok ilim dalında ansiklopedi sayılırdı.
İslam âleminde yapılan master ve doktora tezlerini yakından takip ederdi. Yazmalar hakkında bilgisi çok fazlaydı. Her gittiği yerde kütüphanelere uğrar, yazmalar hakkında bilgi toplar, yazmaların nerede bulunduğu ve nüshalarının ilmî kıymetleri hakkında notlar alırdı.
Kitap tahkikindeki mahareti ve titizliği
Gerek telif ettiği ve gerekse tahkikini yaptığı eserlerin ekserisi hadis ilmi ile, az bir kısmı da fıkıh ilmi ile alakalıdır. Karafî’nin “el-Ahkâm” adlı eserinin tahkiki ve Aliyyü’l-kârî’nin “Fethu bâbi’l-inâye” adlı eserinin 1. cildinde görüldüğü gibi.
Tahkiklerinde itkan sahibi olup, neşrini üstlendiği kitaplara çok özen gösterir, hatasız yazılmaları konusunda çok titiz davranır, yazımından önce defalarca okur ve basımına öyle izin verirdi. Hatta bir defasında vuku bulan küçük bir hatadan dolayı kitabın basımını durdurmuş, yeniden basılmasını istemişti. Tahkikini yaptığı eserlerde, dipnotlar ve kitabın sonuna eklediği ilaveler bazen kitabın kendi hacminden bir kat daha fazla oluyor ve kitabın kıymetini artırıyordu.
“el-Mevdûat” adlı eserin tahkikine başladığımda bana: “Mevdûat”ı Suriye sahrasında bulunan Tedmur hapishanesinde kaldığı onbir ay müddetince okuduğunu ve çok önemli notlar aldığını, kitabın Halep’teki evinin kütüphanesinde bulunduğunu ve elde ettiğinde bana vereceğini söylemişti. Fakat sonradan, kütüphanenin yağmalandığını, çok değerli eserlerle birlikte o nüshanın da kaybolduğunu esefle öğrendik.
Hadis ilmine verdiği önem
Hocamız, hadis ilminin bütün şubelerine önem vermiştir. Riyad İmam Muhammed İslam Üniversitesi’nde talebelere, usûl-ü hadis, hadis şerhleri, ravilerin cerh ve ta’dili, hadis tahrici ve isnad kontrolü, hadis tarihi, isnadın önemi ile ilgili dersler vermiştir. İsnad ilminin İslam ümmetine Allah tarafından verilen, ikram edilen, başka hiçbir ümmette bulunmayan bir özellik olduğunu açıklamıştır. Hadis, sika (güvenilir) bir ravinin, onun sika olan hocasından işittiği ve onun da hocasından hatasız olarak telakki ettiği, Rasûlüllah (sallallâhü aleyhi vesellem)’e kadar muttasıl, sağlam bir senetle ulaşmasıdır. Hadisler, hadis ezberi kuvvetli olan, zaptı sağlam, hocasının hadis meclislerinde devamlı bulunan ve hadisi hocasından defalarca işiten raviler zinciriyle nakledilir. Bir hadisin yirmiye yakın isnadla nakledilmesi mümkündür. Hadislerin, hatalardan arındırılmış, kelimeleri zaptedilmiş (harekelenmiş) olarak, güvenilir raviler tarafından nakledilmesi bu ümmete nasib olmuştur, elhamdülillah. Bu konuda Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Raşid el-Asbahânî’nin şu sözü nakledilir: “Allah-u Teâla İslam ümmetine, başka hiçbir ümmete vermediği üç hasleti vermiştir; isnad, ensâb ve i’rab”.
İsnad olmasaydı dileyen kişi dilediği sözü naklederdi.
Ensâb, nesebleri kayda geçiren ilim:
عن أبي هريرة رضي الله عنه مرفوعا: “تعلموا أنسابكم ما تصلون به أرحامكم”.
)أخرجه أحمد بن حنبل والترمذي والحاكم(
“Birbirinize akraba olduğunuzu gösteren ensab ilmini öğreniniz.”
İ’rab ise:
“تعلموا من العربية ما تعرفون به كتاب الله ثم انتهوا”
(رواه ابن زنجويه في “شرح الزرقاني على المواهب اللدنية” 5/474)
“Allah’ın kitabını öğrenmeniz için arapçayı iyi öğrenin, o size yeter.”
İlim tahsili
Hocamız bize, Suriye, Halep vilayetinde asrın en önemli hocalarından âlet ilimlerinden başka, akâid, hadis, tefsir, ferâiz, mantık, fıkıh ilimlerini de öğrendiğini söylemiştir. En önemli hocaları; Halepli Şeyh İsa el-Beyânûni (ö.1362 h.); Şeyh Râgib et-Tabbâh (ö.1370 h.) ve Şeyh Mustafa Zerkâ’dır. Sonra Mısır el-EZHER Üniversitesine tahsil için gidip, orada Şeriat (İslam Hukuku) Fakültesinde fıkıh ve usûl-ü fıkıh ilimlerini tahsil etmiştir. Mısır’da Şeyh Yusuf Dicvî (ö.1365 h.), Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi (ö.1373 h.), Allâme Ahmed Muhammed Şakir (ö.1378 h.), el-Ezher şeyhi (Rektör) Muhammed el-Hıdır Hüseyin (ö.1377h.) ve en son buluştuğu, Mısır’da uzun müddet kalmasını sağlayan hocası, sabık Şeyhulislam Vekili (Osmanlı Şer’î Medreseler Genel Müdürü) Allâme Muhammed Zahid el-Kevserî’dir (ö.1371 h.).
Bu hocasına mülaki olup rahle-i tedrisatına girdikten sonra hadis ilmine önem verdiğini eserlerinden anlıyoruz. Konya’daki sohbetlerinde bize şöyle demişti:
“el-EZHER’de okurken, hocalarımızın yetersiz olduğu hissine kapıldım. Ve Haleb’e dönmeye karar verdim. Bir münasebetle M. Zahid el-Kevserî ile karşılaştığımda bana: “Sen üstadın talebesi misin?” Diye sordu. Ben anlamıştım. Halebli üstadım Râgib et-Tabbah’ı işaret etmişti. Ben: “Evet” deyince, bana ders verebileceğini, kendisine uğramamı söyledi. Daha ilk dersimizde, onun bir ilim deryası olduğunu, hadis, fıkıh, usûl-ü fıkıh, belâğat, akâid ve arap edebiyatında ihtisas sahibi olduğunu gördüm ve Haleb’e gitmekten vazgeçip hocamın eteğine yapıştım. El-EZHER’de ders okurken hep hocamın verdiği dersleri tekrarlıyordum. Onun dersleriyle uyuyor ve onunla uyanıyordum”.
Kendisine tesir eden hocalarından bahsederken: “İlim tahsil ettiğim ve karşılaştığım hocalarım hakkında kendi kendime şöyle düşündüğüm olmuştur: Ben de onun gibi olabilirim, ona yetişebilirim. Fakat M. Zahid el-Kevserî’yi görüp onun ders halkasına katılınca, içimden: Yok yok ben onun gibi olamam, o çok üstün, çok yüksek seviyede, demiştim. Ama kendilerinden her yönüyle çok istifade ettim. Böylece ilmî müktesebatımı da ona borçluyum. Bende ne varsa hepsi sizin ecdadınızdandır” demişti.
Arap edebiyatına vukûfiyeti çok fazla idi. Belağat, şiir ve edebî lafızlara çok aşına idi. Arapça fasih dil konuşur, hatalı konuşmayı affetmez, hemen düzeltilmesini isterdi. Avamcayı (halk dilini) katiyetle konuşmazdı. İmam Ataullah el-İskenderi’nin şu sözü sanki onun için söylenmişti:
“من لم تكن له بداية محرقة لم تكن له نهاية مشرقة”
“Yakıcı (meşekkatli) başlangıcı olmayanın parlak geleceği olmaz”.
Yani başlangıçta zor ve ağır şartlara göğüs germeyen, ilimle yanıp tutuşmayan bir öğrencinin aydınlık geleceği olmaz. Talebe ilimle uyumalı, ilimle uyanmalı, ilimle yemeli, ilimle dolaşmalı.
Hocamız fetvalarında ve ahkam-ı şer’iyyenin tatbikatında ruhsatları araştırmaktan hoşlanmaz, fukahanın icmâına yönelir, daima; İmam Ebû Hanife şöyle söyledi, İmam Şafii’nin görüşü şöyle idi, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel’in görüşü şöyle idi, derdi.
Kütüphanesinin zenginliği
Hocamızın Riyad’daki kütüphanesi, en zengin kütüphanelerden sayılırdı. Kütüphanesi; tefsir, hadis, fıkıh, usul-ü fıkıh, belağat, arap edebiyatı, şiir, tarih, siyer, şemâil, pedagoji, psikiyatri, teracim ve eğitimle alakalı birçok kitabı ihtiva etmekteydi. Bir ramazan ayında, Mekke’de el-Bâz yayınevinde karşılaştığımda öyle kitaplar satın almıştı ki, kendi ihtisası ile ilgili olmadığını sanarak: “Hocam! Bu kitaplar, edebiyat, şiir, belâğat ve kıssaya ait, ihtiyacınız var mı?” demiştim. Cevabında: “Her yazılan esere ihtiyacımız var. Bilhassa kaynak eser olursa.” demişlerdi. Bendeniz bir kitabın fiyatını yüksek bulmuş, hocama: “Ofset baskısını bekleyip öyle almayı düşünüyorum. Çok fiyatlı” dediğimde: “Sakın ha! Kitabı buldun mu, ona ihtiyacın varsa derhal al. Sonra bulamazsın, pişman olursun” dedi.
Hocası M. Zahid el-Kevserî, Allâme Abdülhay el-Leknevî’nin eserlerini tahkik etmesini söylemiş, ve “el-Ecvibetü’l-fâdıle” adlı eserini hocasının ruhuna ithaf etmişti. Daha sonra “Zaferü’l-Emânî”, “er-Ref’u vet-Tekmîl” ve daha birçok eserini tahkik etmişti.
Hocamızın eserlerinde ve konferanslarında verdiği mesajları, görüşleri ve ikazları dikkate alınmalı. Hocam özellikle, hadis, cerh ve ta’dil ilmindeki bazı konulara çok dikkat çekmektedir. Onlardan bazılarını zikretmeyi faydalı buluyorum:
Allâme Abdülhayy el-Leknevî “Zaferu’l-Emânî”de (s.343) özetle şöyle der: “Cenab-ı Allah, bütün kemâlatın bir şahısta toplanmasını murad etmemiştir. Nice bilginler vardır ki, bir ilimde ihtisas sahibidirler. Fakat diğer ilimlerde cahil ve bilgisizdirler”.
Abdülfettah Hocam da şu ilaveyi yapıyor: “İmam Gazâli “el-Müstasfâ” adlı eserinde (1/183) şöyle der: Fıkıh, usûl ve kelamcılar öğrenmedikleri ilimlerde cahil hükmündedirler. Nitekim o, “Kânun et-Te’vil” adlı eserinde (s.132): بضاعتي في علم الحديث مزجاة -Hadis ilminde bilgim azdır- demiştir.
Hafız ibn-i Kudâme “Ravdatü’n-Nâzır” adlı eserinde (s.69): İlm-i Kelam, lugat, nahiv ve matematikte uzman olan kişilerin, şer’î ilimlerde hiç kıymetleri yoktur. İcmâda da onların ihtilaflarına itibar edilmez. Zira herkes, bildikleri ilimlerde otorite olmalarına rağmen, öğrenmedikleri ilimlerde bilgisizdirler”.
Yine bir ifadelerinde: “Nakledilen haberlerde sahih rivayetler olduğu gibi, sahih olmayan, zayıf, hatta mevzu (uydurma) rivayetler de bulunabiliyor. Bu konuda esas sorulacak, görüşleri alınacak kimseler; muhaddisler, cerh ve ta’dil âlimleridir. Nasıl ki, nahiv ve lugatla ilgili müşkillerimizi, o ilimlerde söz sahibi olan kimselere soruyorsak, onların görüşlerini alıyorsak, hadis konusunda da ihtisas sahibi olan muhakkik, müdakkik hadis alimlerine müracaat etmemiz gerekir. Her ilmin mütehassısı (uzmanı) alimler vardır. demiştir.
Hocamızın, kitap tahkikinde dikkat çektiği bazı hususlar
Hocamız, bazı tahkik sahipleri cümlelerin sonunda gelen “بَقِيَ” “Bakiye” kelimesinin manasını kavrayamadıkları için o kelime yersiz konmuş, gereği yoktur, demiştir. Halbuki onun manası vardır ve kelime yerli yerindedir. Örneğin: “قولهم: فإذا قيل له: من حدثك؟ بَقِيَ” “Sana bu hadisi kim rivayet etti? Dediklerinde durur, yani bilemez, şaşırır kalır. (Çünkü kendisine kimin rivayet ettiğini bilememektedir.) (el-İsnâdü min’ed-Dîn s.54-55)
Yine arapçada: o filanlardandır manasında “إنه مِمَّن” “İnnehû mimmen” cümlesini bilmeyenler de vardır, derdi. Yani: “أي هو حسّان بن ثابت (الشاعر) كان ممن خاض في خبر الإفك” Hassan b. Sâbit, Hz. Âişe’ye (radıyallâhu anha) yapılan iftira hâdisesine adı karışanlardandı. Ama, o İslam şâiri olduğu için adını vermek istemiyorlar, sadece “إنه مِمَّن” demekle yetiniyorlardı.
“فلانٌ فقيه البدن، فقيه النفس”: Bu söz; “Filan kimse fıkıh ilmiyle öyle uğraşmıştır ki, bu ilim onda aslî sıfatlarından, yaratılışından itibaren kendisinde meleke haline gelen vasıflardan olmuş” anlamına gelir. Bu sebeple, Yahya b. Bükeyr, Leys b. Sa’d için: “فقيه البدن عربي اللسان” ifadesini kullanmıştır.
Bazı tabirler: لا يصح، لم يصح، ليس بصحيح، ليس بثابت :
“Muhaddislerin; bu hadis sahih değildir (لا يصح، لم يصح، ليس بصحيح), sabit değildir (ليس بثابت) gibi tabirlerinin anlamları: Bu ifadeler, mevzu hadisler, zayıf ve metruk ravilerle alakalı kitaplarda zikredilmişse, o hadis mevzudur, uydurmadır anlamı taşır. Ancak, ahkam hadisleri, hadis şerhleri gibi kitaplarda geçiyorsa, bu durumda; ıstılahi sıhhat kastedilmektedir. Yani bu hadis sahih değildir, ama hasen veya zayıf olabilir, biz isnadını bilmiyoruz anlamına gelir”. (El-Masnû’ 27-42, Kavâid fî ulûmi’l-hadis s.282)
Hocamız, bazı alimlerin bu tabirleri bilmediklerini ve yanlış mana verdiklerini ifade etmiştir. (Kavâid fî ulûmi’l-hadis, s.282).
Aslı olmayan bazı müselsel hadisler
Hakkı söylemekten, hakkı müdafaa etmekten hiç çekinmeyen Ebû Gudde, müellif Abdülhayy el-Leknevî’ye de, kitabında müselsel, çok zayıf, hatta mevzu sayılan hadislere yer vermesinden dolayı sitem etmektedir. Uzun ömürlü sayılan yalancı ravilerin rivayetlerinin teberrüken de olsa zikredilmesini kınamış; “müselsel tokalaşma hadisi batıldır, aslı yoktur, nasıl zikredilir” demiştir. (Kavâid fî ulûmi’l-hadis, s.272)
“Muammer, Ebu Said el-Habeşi, Hıdır, Şemhûriş (uzun ömürlü cinnî), Abdülmü’min el-Cinnî ve daha bir çoklarının teberrüken, tefennünen rivayetlerini kitaplarına almışlar. Fakat bu yalan rivayetlerle teberrük olunur mu? Efendimize (sallallahü aleyhi vesellem) iftira eden yalancıların rivayetlerine asla izin verilmemeli”. (Kavâid fî ulûmi’l-hadis, s.272)
“6. asırda yaşamış Mağribli bir şahıs, sahabilere ulaştığını söylüyor, bunun yalan olduğu aşikârdır. Çünkü bu, tevil kabul etmeyen sahih rivayetlere aykırıdır. Ebu Abdillah Muhammed b. Sıkılli, Efendimiz’le (sallallâhü aleyhi vesellem) musafaha ettiğini iddia ediyor. Güya Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) ona: “Ey uzun ömürlü! Allah ömrünü uzun etsin” demiş, o da 400 yıl yaşamış. Bu gibi rivayetlere hüsn-ü zanda bulunarak dinde yeni görüşlere yer vermek çok yanlıştır”.
“Muhammed Zahid el-Kevserî hocamız kime icazet vermişse, icazette; teberrüken cinler vasıtasıyla rivayette bulunulmamasını, uzun ömürlü olduğunu iddia eden yukarıda bahsi geçen kimselerden rivayette bulunulmamasını şart koşmuştur”. (Zaferu’l-Emanî, s.277)
Rüya
Rüyalarla hadis sabit olmaz. Bilakis, uyanık, âdil, zâbıt râviler vasıtasıyla yapılan rivayetler kabul görür ve dinde hüccet sayılır”. (Zaferu’l-Emanî, s.279)
Mürcie mezhebinin bazı kesimlerce yanlış anlaşılması:
Mürcie iki grubtur: Sünnî mürcie, bid’î (bidat ehli) mürcie.
Bid’at ehli mürcie; Tasdik kafidir, amele ihtiyac yoktur. İsyan etmenin de zararı yoktur, diyenlerdir. Bu sapık bir görüştür.
Sünnî mürci ise; Tasdikten sonra amellerin mutlaka yapılmasını ve günahlardan sakınılmasını emredenlerdir. Ancak amelleri (farz ve vacipleri) terk edenler tekfir edilmez, günahkar sayılırlar. Onlara göre amel imandan bir cüz olmayıp, imanı tamamlayan, kuvvetlendiren bir unsurdur. Birçokları, kasıtlı veya kasıtsız Ebû Hanifeyi, talebelerini ve hocalarını tenkid etmişler, adeta onları da bid’at ehli mürcieden saymışlardır. (Kavâid fi ulumi’l-hadis s.235, er-Ref’u ve’t-Tekmil s.352).
İmam Ebû Hanife’nin böyle bir iddiadan beri olduğu aşağıdaki mektubundan da anlaşılacaktır. Basra alimlerinden Osman el-Bettî, kendisine bir mektup yazarak, onun mürcieden olduğunun kendisine ulaştığını bildirmesi üzerine, Ebu Hanife, cevaben şu mektubu yazar: “İyi bil ki ben şöyle derim: Kıble ehli olanlar mü’mindirler. Onları, bazı farzları eda etmediklerinden dolayı imandan çıkarmam. Kim iman etmekle beraber farzları eda ederek, Allah’a itaat ederse bizce o cennet ehlindendir. Kim, imanı ve ameli terkederse kafirdir ve cehennemlikdir. Kim iman edip bazı farzları eda etmezse günahkar mü’mindir. Onun durumu Allah’ın iradesine kalır. Dilerse azap eder, dilerse affeder”. (er-Ref’u ve’t-Tekmil s.216-252, Feydu’l-Bâri 1/53).
Ebû Gudde Hocamız’ın önemli bir hatayı ortaya çıkarması
Hafız Zehebî’nin “Mizânu’l-i’tidal” adlı eserinde, Ebû Hanife’nin tercemesinin yazılmış olmasını ve tercemede onun ezberinin zayıf olduğunun ifade edilmesini, sonradan başkaları tarafından kasıtlı olarak bu kitaba eklendiğini, aslında böyle bir tercemenin, kitabın esas yazma nüshalarında bulunmadığını isbat etmiştir. Şöyle ki hocamız, iki asıl nüshanın ortaya çıktığını ve bu nüshaların Hafız Zehebi’ye okunduğunu ve onun da bu nüshaları onayladığını, 1. nüshanın üç defa, 2. nüshanın ise altı defa Hafız Zehebi’ye okunduğunu ve hiç birinde Ebû Hanife’nin tercemesinin bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. (er-Ref’u ve’t-Tekmil s.101-104)
Ayrıca, Şeyh Muhammed Abdürreşîd en-Nu’mâni ve Emir San’âni de, Halebli Hafız Sıbt b. Acemi’nin kendi el yazmasında, “el-Mîzan”ı 789 h. yılında tamamladığını, bu nüshanın müellif nüshası ile mukabele edildiğini ve Hafız Zehebi’nin onayladığına dair haşiyede hattının (el yazısının) bulunduğunu belirtmişlerdir. (Mâ temessü ileyhi’l-Hâce s.47, Tevhîdü’l-Efkâr 2/277)
Hocamızın tahkikini yaptığı eserleri, kendi imkanlarımızla halaka derslerinde okuyup okutmaya çalışıyor ve hadis ilmiyle uğraşan kardeşlerimize de okumalarını tavsiye ediyoruz.
Vefatı:
Hocamız, (1996 yılındaki ziyaretinden sonra) Türkiye’den Halep’e gitmiş, orada bir müddet kaldıktan sonra da Riyad’a geçmiştir. Burada ağrıları nüksetmiş, göz ağrısı şikayetiyle kaldırıldığı Riyad İhtisas Hastanesinde, 9 şevval 1417 (16 şubat 1997) pazar günü, sabah namazı vaktinde son nefesini vermiş, refîk-i a’lâya yükselmiştir.
اللهم أكرم نزله، ووسع مدخله، وأبدله خيرا من داره، وأهلا من أهله، واغسله بالماء والثلج والبرد، ونقه من الخطايا كما ينقى الثوب الأبيض من الدنس
Birçok insan doğar, birçokları da dâru bekâya intikal eder. Fakat ölenler arasında öyle şahsiyetler vardır ki, doğuda ve batıda birçok müslüman bu gibi şahşiyetlerin ölümüyle sarsılmış, gözyaşı dökmüşler, kalpleri hüzünle dolmuştur. Hocamız, bu tür insanlardandı ve yeri doldurulması zor olanlardandı. İşte onun için üzülüyorlardı. Çünkü zahir ilimlerde seviye çok düşmüş, ilmiyle amil, ehl-i salâh, takva sahibi örnek şahsiyetler azalmıştır. Bütün temennimiz onların yerlerini dolduracak, selef-i sâlihinin yolunu takip edecek, ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı üzerine takip edecek nesillerdir. Bu nesil, hocamız ve onun gibi alimlerin yolundan gidecek, hatıralarını unutmayacak, onlar gibi olmaya çalışacak, gösterdikleri ilmî metod ile talebeleri yetiştireceklerdir, inşaallah.
تغدمه الله برحمته، وعمّه برضوانه، وأسكنه أعلى فراديس الجنان مع الذين أنعم الله عليهم من النبيين والصديقين والشهداء والصالحين، آمين.
Burada Rabb’imize iltica ederek, hocamıza Mevla’mızdan af ve mağfiret diliyoruz. Kabri pürnûr, rûhu şâd olsun, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Rabbim onu mahşerde Nebilerle, Sıddîklarla ve şehidlerle beraber etsin. Biz talebeleri ve dostları olarak hocamızdan razıyız, Rabb’im Sen de ondan razı ol, makamını yücelt (Amîn).
من أقواله:
- النفس إن لم تشغلها شغلتها الوقت.
- من حصّل وقت التعطيل عطّل وقت التحصيل (ضرب مثل مغربي)
- مَجْدُ التاجر في كِيسه، ومجد العالم في كراريسه.
- خرج عبد الله بن المبارك إلى الرقّة، فثار غبار كثير في الهواء، فاستفسرت زوجة هارون الرشيد، ما هذا الغبار؟ وما في السماء عاصفة، ولا رياح! فقالوا لها: يأتي عبد الله بن المبارك، والناس خرجوا من البلد يستقبلونه، فقالت: هذا والله الملك، لا الملك الذي يساق الناس بالعصى.
- سالم بن أبي الجعد كان مملوكا فصار حرًا، فأعتقه مولاه، فقال في نفسه: ماذا أفعل؟ وبأيّ حِرْفة أحترف؟ قال: فقلت في نفسي: أطلب العلم، فما مضى عليّ سنة حتى تعلمت العلم، حتى جاء الأمير ليزورنا، فلم أقبل زيارته، فاعتذرت منه.
- يجب على التاجر أن يكون: أمينا، عفيفا، متقنا عمله.
- إذا آمنت بأن الله هو الرزاق من قلبي، فلا أغشّ، وأقنع بما قسمه الله لي، لأن الرزق قُسّم لي.
- فالأمانة أصل في التجارة، فالشخص الذي لا أمانة عنده تغلب عليه الشيطان، ولكن الله تعالى حَسيب رقيب.
- الذي يشرب من ماء البحر المالح يزداد عطشه مثل الشخص الذي يأكل من الحرام يزداد في حبّ الحرام وفي أكله الحرام.
- العلم لا يعطيك بعضه إلا إذا أعطيته كلك (أي من المال والراحة وأنس الأهل والأصحاب وسائر المتع المشروعة).
- الكتاب لا يعطيك سرّه إلا إذا قرأته كله.
- قال شيخنا حيثما ذكر اسم الشيخ مصطفى صبري ومحمد زاهد الكوثري: عندهم شَمَمُ (ارتفاع) المسلم، هو كان شيخ الإسلام حقا. انتفعت بمشاهدتي إياه ازددت علما.
- ينبغي أن يكون تحصيل الأستاذ الدرسَ وتحضيرَه عشرة مرات من تحضير الطلاب.
- قال العلماء: أطِبْ مَطعمك تُستجب مَطلبك.
- فكانت الصحابيات يقلن لأزواجهن قبل خروج أزواجهن إلى السوق: اتقوا الله فينا، فإنا نصبر على الجوع ولا نصبر على النار!
- وقالوا: إذا أكلتَ الحلالَ أطعتَ الله شئتَ أو أبيتَ، وإذا أكلتَ من الحرام عصيتَ الله شئتَ أو أبيتَ.
- الإسلام ذوق.
- ما جمع الله الخير كله لأحد إلا للنبي صلى الله عليه وسلم.
- مزيّة العلم أن يوقظ العقل بظلّ الشرع.
- درهم مال يحتاج قنطار عقل، وأقول أنا: ودرهم علم يحتاج قنطارَيْ عقل.
- العلم يُتعشّق بالفهم.
- كَبَّرَني موت الأكابر