Recep YILDIZ
Afrika’nın güney batısında yer alan Gana, Fildişi Sahilleri, Burkina Faso ve Togo ile komşudur; güneyinde ise Atlas Okyanusu vardır. Ülkede 1874 yılında koloni kuran İngilizler, Gana’yı Batı Afrika’ya giriş kapısı olarak kullanmışlar, köle ticaretini de buradan yönetmişlerdi.Resmi rakamlara göre 20 milyon olan ülke nüfusunun % 16’sını Müslümanlar, % 60’ını da Hristiyanlar oluşturmakta fakat kuzeye doğru gidildikçe camilerin çoğalması, verilen oranda hata olduğunu göstermekte. Araştırmalar neticesinde nüfusun % 40′ının Müslüman, %38′inin Hristiyan geri kalanının ise yerel dinlere mensup olduğunu öğreniyoruz.
İslam Gana’ya Müslüman tüccarlar vasıtasıyla ülkenin en fakir bölgesi olan kuzeyden, Hristiyanlık ise altın rezervlerinin çokluğuyla ünlü güneydeki sahillerden işgal yoluyla girdi. Güney’de köle ticareti için kullanılan mekanlar, kuzeyde ise ilk dönem Müslümanları tarafından inşa edilen camiler dikkat çekmekte. Müslümanlar ilim ve ibadet mekanları kurarken Hristiyanlar hapishaneler inşa etmişler.
Müslüman ve Hristiyanların tercih ettiği güzergah ve kullandıkları yöntem bizlere geliş nedenleri ile alakalı muhtemel soruların cevaplarını vermektedir.
Kahire’den Gana’ya
Akşam namazını müteakip Kahire’den Gana’nın başkenti Akra’ya doğru havalandık. İki başkent arası mesafe uçakla altı saat. Harita bilgimizden çöllerden geçip yeşeren bir bölgeye doğru gittiğimizi biliyoruz fakat gece olduğundan bu bilgiyi gözlemlerimizle tahlil etme imkanına sahip değiliz. Uçak iniş için alçalmaya başladığında cıvıl cıvıl ışıklarıyla kocaman bir şehir gibi duran Akra göründü.[1] Daha sonra bu görüntünün önemli bir bölümünü barakaların, toplu tuvalet ve banyoların oluşturduğuna tanık olduk. Bağımsızlığının ellinci yıl dönümünü kutlayan Gana, hala sömürge ülkesi olmanın izlerini üzerinden atamamış.
Havaalanında bizi karşılayan Ganalı Nasıruddin kardeşle doğruca otele geçtik.
Sabah ilk olarak Fethullah Gülen Hocaefendi’yi sevenler tarafından açılan Galaksi okulunu ziyaret ettik. Okul, uluslararası standartlara sahip müfredatıyla Gana’daki eğitim kurumlarının en iyileri arasında yer alıyor.
Dünyanın Arka Sokakları
Şehirler zenginliklerini meydanlarında teşhir ederken, fakirliklerini de arka sokaklarında gizlerler. Gana başta olmak üzere birçok Afrika ülkesi de Batılı devletlerin arka sokakları gibi…
İşgalle sarsılan, misyoner faaliyetleri ile uyuşturulan halk nasıl çalışıp üreteceğini bilmiyor. Ekip biçmeye aşina olmadıklarından tarım için son derece elverişli araziler boş bekliyor. Yemekte ekmek yeme kültürleri olmadığından –genelde- iaşelerini kendiliğinden büyüyen meyve ve bitkilerden temin ediyorlar.
Gana’nın mümbit toprakları bereketli yağmurlarla sulandığından ülkenin her tarafı çeşitli bitki ve ağaçlarla kaplı.
İmam Hatip Gibi
İngilizlerden kalma tren yolunu takip ederek temeli Lübnanlı tüccarlar tarafından atılan, farklı ülkelerdeki İslami organizasyonların yardımıyla tamamlanan, Lübnan İslam okuluna gittik.
Lübnan kelimesi, bende olduğu gibi sizde de Şia çağrışımı yapmıştır. Okul müdürüne Akra’da eğitim ve öğretime devam eden Şiilere ait üniversite ile münasebetlerinin nasıl olduğunu sorunca, neyi, niçin sorduğumu anladı ve fazla uzatmadan şöyle dedi: “Bu okulun adı sizi aldatmasın. Biz ahl-i sünnetiz. Şiilerle alakamız yoktur.”
Okulda öğrencilerin çoğunu kızlar oluşturmakta ve istisnasız hepsinin başları örtülü. Gana’da baş örtüsü sorun olmadığı gibi İslamî ilimler ağırlıklı okul açmanın da hukuken bir engeli yok.
Sefiller ve Sefihler
Bütün müstemlekelerde olduğu gibi Akra’da da iki farklı şehir var. İlki yüreği kaskatı sefihlerin geniş bahçeli konaklarından, ikincisi ise tuvalet ve banyoları müşterek kullanan sefillerin tek gözlü kulübelerinden oluşmakta.
Sokaklar, başlarının üzerinde taşıdıkları tepsilerdeki malzemeleri satma gayretiyle öteye beriye gidip gelen kadınlarla dolu. Geri kalmış ülkelerde hep aynı mıdır bilemem; amma Gana’da kadınlar erkeklere nispetle daha çok çalışıyorlar.
Akra’ya göre daha kuzeyde yer alan Kumasi’ye gitmek için şehir garajına vardığımızda Ganalı Şaban Abdurrahman otobüste yerlerimizi ayırtmış bizi bekliyordu. Garaj panayır yeri gibiydi: Etrafta, sergilerindeki mallarını satabilmek için birbirleriyle yarışan, yolcu sayısının birkaç katı satıcı vardı.
Garajdaki küçük mescitte namaz kılmak için abdest almanız gerekiyorsa, Nijerya ve Senegal gibi devlet isimlerini sürekli tekrar eden meczup kişiden su satın almak zorundasınız. Yani abdest almak ücrete tabi.
Kumasi Yolunda Papaz
Kumasi’ye doğru hareket etmek üzereyken otobüse Hristiyanlık propagandası yapan bir papaz bindi, konuşmasının sonunda kilise adına yardım talep etti.
İşsizlik oranının yüksek olduğu Gana’da okumuş insanların en az meşakkatle en fazla para kazanacağı meslek papazlık. Papazlar, kilise açıp halktan yardım topluyorlar. Bu yüzden Gana’da kilise, açıkgöz insanların geçim kaynağı demek.
Gelirlerini Avrupalılara yedirmek istemeyen Ganalılar, ithal papazlara kilise açtırmıyorlar. Yerli papazlar mafyası oluşturmuşlar. Büyük caddeleri süsleyen bilbordlardaki papaz reklamları mafyanın gayr-i resmi belgeleri gibi.
Papazların kirli ilişkilerinin kulaktan kulağa dolaşması, zaman zaman da ekranlara taşınması, Allah’ın fasık eliyle dinini nasıl destekleyeceğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Papazdan sonra otobüse elindeki ilacın tanıtımını yapan bir pazarlamacısı bindi. Aralıksız on-on beş dakika konuşan bu kişi papazdan çok daha etkileyici idi. Jest ve mimikleriyle desteklediği sunumunun karşılığını da gördü: Otobüsün üçte ikisi ilacı satın aldı.
Papazın propagandası ve pazarlamacının arzından sonra, yeşilin hemen her tonunun görülebileceği mümbit tabiat örtüsü arasından Kumasi’ye doğru hareket ettik.
KUMASİ
Kumasi’de Akra gibi bir ya da iki katlı binalardan oluşan büyük bir şehir. Sayı itibarıyla Müslüman ve Hristiyanların birbirine eşit olduğu şehirde nüfus bir milyon civarında.
Ahyıresu Köyü
Perşembe sabahı Kumasi’den Ahyıresu Köyü’ne hareket ettik. İki yanımızı kaplayan yeşil araziler arasından geçip ulaştığımız köyde önce inşaat halindeki camiyi gezdik. Adından ilk ve ortaokul öğrencilerinin ders gördüğü okulu ziyaret ettik. Dokuz derslik ve üç binadan oluşan okulun pencerelerinde cam yoktu. Neden taktırmadıklarını sorduğumuzda aldığımız cevap manzaradan daha ilginçti: “Kırılırsa yenisini kim alacak? Bazı sınıflarda sandalye olmadığından öğrenciler bizim Of yöresinde “kormi” dediğimiz oturaklar üzerinde oturmakta, defterlerini de ellerinde tutmaktaydı.
Masası, sırası olmayan sınıflarda ders veren öğretmenlerin tamamı lise muzunu olmasına rağmen son derece başarılı bir eğitim veriyorlar.
Köyde tanıştığım tek üniversite mezunu Ca’fer’di. Cafer, İranlıların Akra’da açtıkları “İslamic University”den mezun olmuştu; fakat Sünnî bir akideye sahip olduğundan -dersleri iyi olmasına rağmen- master ve doktora yapma imkanı bulamamış.
Okulda öğrencilere şu meyanda bir konuşma yaptık:
“Bismillâhirrahmânirrahîm!
Kardeşlerim! Ülkelerimiz arasındaki mesafe binlerce kilometre, renk ve dillerimiz farklı olmasına rağmen bizleri kardeş yapan, aynı kıblede birleştiren Allah Teala’ya hamdolsun. Sizlere Türk kardeşlerinizin selamlarını getirdik.
Kardeşlerim!
Ülkelerimiz farklı fakat ülkümüz aynıdır. Allah Teala’nın huzuruna çıktığımızda aynı dili konuşuyoruz. Çünkü esasta hepimiz İslam’ın çocuklarıyız.
Kuzey, güney doğu batı ayrımına girmeden İslam coğrafyasını bir bütün kabul edecek, ümmet için yorulacak, ümmet için çalışacağız.
Kardeşlerim!
Dostlarımız gibi düşmanlarımızda müşterektir. Emperyalizm ve cehalet ülkelerimizi geri bırakan iki büyük hasımdır. Irak ya da Afganistan’ı perişan eden irade ile Gana’yı sömüren zihniyet aynıdır. Mevcut hali iyiye çevirmenin yegane yolu bu sıralardan geçmektedir. Bu yüzden çok çalışacaksınız.
Sizler önümüzdeki aydınlık günlerin mimarları, kalemleriniz de büyük savaşın silahları olacaktır. Kurşunla kaybettiklerimizi ilim ve irfanla geri alacağız.”
Daha sonra İslam’da siyah beyaz ayrımı olmadığını Allah Resulü’nün uygulamalarıyla örneklendirerek anlattık. Konuşmayı şu şekilde noktaladık:
Kardeşlerim!
Allah Teala’nın vaadi vardır: İman edip amel-i salih işleyenleri yer yüzünün halifeleri yapacaktır. Allah Teala dinine sahip çıkanlara yardım edecektir. Vazifelerini yapan müminleri güzel günler bekliyor.
Allah yolunda kardeşlerim!
İlim tahsilini tercih ettiğinizden dolayı sizleri tebrik ediyor, Alla Teala’ya emanet ediyorum.”
TAMALİ
Ahyiresu Köyü’nden ana yola inip, Kumasi’ye göre daha kuzeye düşen Tamali’ye doğru hareket ettik. Bölgede, namazları cemaatle kılma hassasiyeti bize göre daha güçlü olduğundan her namaz vakti camide çok sayıda insan bulmak mümkün. Bu yüzden yol boyu namaz vakitlerini farklı camilere denk düşürüp cemaatle sohbet ettik. İmamdan izin isteyip sohbet için mihraba geçtiğimizde insanların bakışlarında “Kim bu beyaz?” der gibi bir anlam seziyorsunuz. Fakat besmele, hamdele ve tasliyede bulununca ortak dille ortak duyguyu da yakalıyorsunuz. Bu defa, gülen yüzlerde “bu benim kardeşim” der gibi bir sevinç görüyorsunuz. “Arabın aceme, acemin de araba hiçbir üstünlüğü olmadığı gibi beyazın siyaha, siyahın da beyaza üstünlüğünün olamayacağını söylediğinizde hava daha da pozitif hale geliyor. Aslında bu en malum İslam gerçeğini onlarda biliyorlar. Peki o halde neden bu kadar seviniyorlar? Çünkü Hristiyan komşularına; kendilerini müebbet köle olarak gören Avrupalı beyazlarla, Müslüman beyazların gece ile gündüz kadar birbirinden farklı olduklarını anlatıp, onların da hidayetlerine vesile olabileceklerini ümit ediyorlar.
Misyonerler
Altı saatlik bir seyahatten sonra 22.40′ta halkının % 85′i Müslüman olan Tamali’ye vardık. Misyonerler şehrin demografik yapısını değiştirebilmek için güneye nispetle burada daha yoğun faaliyet göstermekte; Müslüman mahallerinde gösterişli kiliseler inşa etmekte, hastaneler ve okullar açmakta, zeki öğrencileri yurt dışında burslu olarak okutmaktalar. Halka ilaç, elbise, gıda maddesi ve para dağıtmaktalar. Kilise idaresi altında bulunan okullardaki öğrencileri her pazar zorla kileyse götürmekte… Kilise bu faaliyetlerinden netice de almaktadır. Nitekim Tamali’de bir zamanlar müezzinlik yapan, daha sonra misyonerler vasıtasıyla Avrupa’ya götürülüp kilise bursu ile okuyup doktor olan Abdullah adındaki genç şu anda, idaresine verilen hastane ve kilisede oldukça faal bir papaz olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Misyonerler Müslüman halk üzerinde etkili olabilmek için kendilerini toplumun bir parçası olarak lanse etmekte, yerel kıyafet giyip, yerel yemekleri yemeye özen göstermekteler. Hatta Tamali’li bayanlarla evlenip oraya yerleşenler de var.
Gana’nın birçok bölgesinde olduğu gibi Tamali’de bir de Ahmediler var. Hz. İsa’nın öldüğünü dolayısıyla beklenen Mesih’in kendisi olduğunu söyleyen sahte peygamber Mirza Gulam Ahmed’e bağlı bu grup, üniversiteden hastaneye kadar hayatın hemen her şubesinde etkinliğe sahip. Şükür ki, gösterişli camilerine ve okullarına rağmen Müslüman halk onlara iltifat etmemekte.
Tamali’de sabah namazı için gittiğimiz cami, merkezi bir yerde olduğundan cemaat yol boyunca uğradıklarımızdan daha kalabalıktı. Diğer camilerde olduğu gibi namaz sonrası sohbet ettik, Nasıruddin de yetkililere ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak üzere Kur’an-ı Kerim bıraktı.
Camiden ayrılırken cemaatin hislerine tercüman olan bir kişi; “Buraya zaman zaman Pakistan ve Hindistan’dan gelenler olur; fakat sizi daha farklı gördük. Burada en az bir hafta kalmanızı istiyoruz.” ricasında bulundu.
Laberanga ve İdana İbrahim
Bisküvi ve meyve suyuyla yapılan kahvaltının ardından topraktan yapılmış evleri ve asfaltsız yolları aşarak Laberanga’da yapılan Gana’nın en eski camisine vardık. Arabadan indiğimizde yanımıza gelen Osman adındaki bir genç Müslüman olup olmadığımızı sordu. Sonra öğrendik ki gayr-i müslimleri camiye almıyorlar. Ayrıca köye gelen gayr-i müslimlerin bir de çetelesini tutuyor, onlardan bir miktar ücret alıyorlar. Böyle yaparak zannımca ülkelerini işgal eden beyazlara “sizi deftere yazdık, ayağınızı denk alın.” kabilinden ikazda bulunduklarını düşünüyorlar.
Bir duvarın dibine çömelip yanımızda getirdiğimiz su ile abdest aldık. Bu esnada köyün gençleri ve çocukları etrafımızda etten duvar ördüler.
Kuzey Afrika tarzı mimariyi andıran caminin kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Zaten köylünün hatırladığı ilk tarih, İngilizlerin bölgeye ayak bastığı 1421 yılı.
Larebanga Köyü sakinlerinin cami ile alakalı zanni bilgileri ise şu şekilde: Bölgede Ndawuka Jakpa adında mücahit bir komutan vardı. Japka, cihada moral desteği sağlaması için Medine-i Münevvere’den İdana İbrahim adında bir alimi bölgeye davet eder. Uzun zaman birlikte cihat ederler. Japka vefat edince, İbrahim cihat bayrağını yalnız taşır.
Namazlarını köye yarım kilometre uzaklıkta olan taşın üzerinde kılan İbrahim, Allah Teala’ya bölgede bir cami inşa etmek ve Medine’de bıraktığı Kur’an-ı Kerim’i almak için niyazda bulunur. İbrahim, mescit yapmaya karar verince yer tespiti için elindeki asayı gücü nispetinde uzağa atar. Ancak uzun aramalar neticesinde asayı, Larebanga’daki tarihi mescidin yanında bulur. Kim tarafından inşa edildiği bilinmeyen mescidin etrafı zamanla Müslüman kabileler tarafından yerleşim yeri haline getirilir. Allah Teala İbrahim’in ikinci duasını da kabul eder. Bir gün camiye geldiğinde, büyük olduğundan yanında getiremediği mushafının rafta durduğunu görür.
Köy halkı İbrahim’in vefatından sonra Kur’an-ı Kerim’i en değerli hatıra olarak saklarlar. Her Mevlit ve Kadir Gecelerinde çıkarıp hatmederler. İmamın evinde muhafaza edilen Kur’an-ı Kerim’in diğer günlerde de gösterilmesi için bölgede yaşayan dört kabile reisinden izin almak, bir inek kesip ziyafet vermek gerekiyor.
Camiye yarım kilometre mesafedeki İbrahim’in üzerinde namaz kıldığı taşı da ziyaret ettik. Taşın yanında oturan iki kişinin anlattığına göre, aşağıdan gelen ve tam taşın olduğu yerden geçmesi gereken yol, defalarca denenmesine rağmen açılamadı. Taş yerinde kalınca yolun güzergahı değiştirildi.
Üniversitede Cuma
Cuma namazını Tamali Üniversitesi’nde kılabilmek için köyden ayrıldık. Namaza yarım saat kala oldukça büyük bir kampüste birkaç fakülteyle eğitim veren üniversiteye ulaştık. Yollar, toprak olduğundan öğrenciler rüzgarda toz, yağmurda da çamurla iç içe yaşamak zorundalar. Yurtlarla fakülteler arası ulaşım ise genellikle bisikletlerle sağlanıyor.
Musalla şeklindeki mescit, kampüs ana girişinin sağ tarafında yer alıyor. Mihrap, bir metre yükseklikteki duvarla çevrili yüz metre karelik alan içerisinde. Bu bölüm, yeterli olmadığından cemaatin kahir ekseriyeti namazı sağ taraftaki açık alanda kılıyor.
Gana’da cuma hutbeleri yaklaşık yarım saat sürmekte. Bu kadar zamanda çok şey anlatılabilir iştiyakıyla uzun bir cuma hutbesi irat ettik. Sıla-i rahmin ve ümmetin ittihadının gerekliliğinden bahsettik.
Tamali Üniversitesi’nde bizden çok daha ileri seviyede din ve vicdan hürriyeti olduğunu gözlemledim. Başı açık ya da kapalı kızlar iç içe eğitim görüyorlar. Açık alanda namaz kılan Müslümanlardan kimi takkeli, kimi de sarıklı olmasına rağmen bu durum ne rektörü ne de farklı dinlere mensup üniversite sakinlerini rahatsız ediyor.
Öğrenciler namaz sonrası rektörlük tarafından çizdirilen; fakat ödenek yetersizliğinden dolayı yaptırılamayan cami projesini gösterdiler. Yardım talep ettiler. Ya Kerîm!…
Tamali Üniversitesi’ndeki Müslümanların sayısal durumu yüksek performansla çok çalışmayı gerekli kılıyor. Kiliseye karşı, Allah’ın dinini yaşama adına mücadele veren bu öğrencilere sahip çıkmak hepimizin ortak sorumluluğu olsa gerek.
CNN İzleyen Şeyh
Cumadan sonra Ticani şeyhi Muhammed Emin Bamba’yı ziyaret ettik. Gittiğimizde Şeyh, birkaç talebesiyle kapıda oturmuş bizi bekliyordu. Musafahadan sonra şeyhin çalışma odasına geçtik. Kitaplar arasındaki televizyonda CNN kanalı açıktı. Konuşmasından da anlaşıldığı gibi şeyh dünya meseleleri ile iç içe yaşamayı seviyor.
Evinin karşısındaki tek katlı binayı medrese olarak kullanan Bamba, yakında eğitim faaliyetlerini halen inşaatı devam eden 9 derslikli yeni medresesinde sürdürecek.
Diğer görüştüğüm şeyhlere nispetle daha genç olan Bamba Ecrumiyye ile başlayan nahiv tedrisatını Suyuti ile noktaladığını, fıkıhta maliki mezhebenin metin kitaplarını, hadiste ise Tac’ı okuttuğunu söyledi.
Bamba’dan sonra Şeyh İlyas’ı ziyaret ettik. Şeyh’in memnuniyeti yüzüne aksetmekteydi.
Bir ara, ilk defa tanıştığımız Ganalı ilim adamları ziyaretimizden neden bu derece memnun oluyorlar, saygı duyuyorlar diye düşündüm. Görüşmeleri bu soruyu cevaplayacak şekilde geri sardığımda gördüm ki; onlar aslında bize değil, Osmanlı Devleti’ne ihtiramda bulunuyorlar. İngiliz emperyalizminin mallarını talan, canlarını heder ettiği bu zavallı milletin yaşlıları hala hafızalarında babalarının adı gibi, Sultan II. Abdülhamid Han Hazretleri’nin hatırasını saklıyorlar. İstanbul’dan olmamız hasebiyle de bizi ol mübareklerin ahfadı kabul ediyorlar. Demek ki aradan asırlar geçse de ümmet, kendisi için yaşayan fedakâr insanları unutmuyor.
Şeyhe gece Kumasi’de olmamız gerektiğini söyleyip, izin istediğimizde “bir lokmada olsa yemek yemeden bizleri salmayacağını” söyledi. Yemek için yan odaya geçtik; bir yer sofrasının üzerinde yerel içecekler, ekmek ve tavuk çorbası vardı. Ekmek ve çorba, sofranın bizim için hazırlandığını göstermekteydi. Çünkü buralarda genellikle öğünlerde ekmek ve çorba yenilmiyor.
Her yaş ve seviyeden çok sayıda talebesi olan şeyh, Selefi cereyanlardan şikayet edince kendisine Zahid Kevserî’nin kitaplarını mütalaa etmesini tavsiye ettim. Kevserî’yi biliyor fakat eserlerini görmemiş. Külliyatını, Nijerya ya da Mısır’dan özel olarak getirteceğini söyledi.
Önce Mescit Diyen Öğrenciler
Akşama doğru Kumasi’ye hareket ettik. Namaz için durduğumuz köyde elektrik olmadığından minarenin yanında ezan okuyan kişi, Allah Teala’nın verdiği sesin tamamını kullanma gayreti içerisindeydi. Belki gayreti köyün diğer cenahındaki Hristiyanlara tebliğde bulunmak içindi. Namazdan sonra sohbet ettik; çocuklar gibi şendiler. Ayrılırken elli altmış metre ilerde park eden arabaya kadar yürüyüp bizi yolcu ettiler.
Gece Kumasi’de kaldık. Sabah namazını ise Kumasi Üniversitesi’nin açık hava mescidinde kıldık. Arkada Ahmedilerden oluşan 7-8 kişilik grubun oluşturduğu bir cemaat vardı. Namaz sonrası sohbete başlayınca hızla bölgeden uzaklaştılar.
Biz konuşurken 40-50 metre ilerde bir misyoner Hristiyanlık propagandası yapıyordu. Fakat etrafında kimse göremedim. Kendi çalıyor kendi dinliyor gibiydi.
Sohbet sonrası bir müddet öğrencilerin soru ve sorunlarını dinledik. İfadelerden ümmetin ve Gana’nın sorunlarıyla ilgilenen şuurlu gençlerle birlikte olduğumuzu anladık.
İçlerinde ihtiyaç sahibi öğrenci çoktu; fakat üstadın verdiği parayı ekmek için değil de namaz kıldıkları yeri daha kullanılır hale getirmek için kullanmak istediklerini söylediler.
Gana’da güçlü bir İslam öğrenci cemiyeti tecrübesi olmadığından teşkilatlanma noktasında güçlük çekiyorlar. Bu zafiyetlerini giderdikleri takdirde –inşallah- üniversitelerde İslam hızla yayılacaktır.
Cumartesi Gana’nın saygın hocalarından Muhammed Emin Selim Yakub Bamba’yı ziyaret ettik. Kumasi’ye bir saatlik mesafede oturan şeyh, ders okutmanın yanında eserde telif ediyor. En esaslı çalışması ise “Fethu’l-Mennân fî Tefsîr-i Âyâti’l-Mevâris” adlı kitabı. Hoca, akaid, fıkıh, sarf ve tecvit alanında risale tarzında çok sayıda eser kaleme almış, fakat maddi imkansızlıklardan dolayı önemli bir bölümünü bastıramamış.
Diğer Şeyhler gibi Bamba’da Türkiye’den daha çok İstanbul’u biliyor. Bu yüzden adresinizin anlaşılır olabilmesi için Türkiye-İstanbul yerine İstanbul-Türkiye demeniz gerekiyor. Söz İstanbul’dan açılınca doğal olarak konuşma belli bir süre Sultan II. Abdulhamid üzerinde yoğunlaşıyor.
Hocanın mescidi Müslümanların uğrak yeri. Camide karşılaştığımız tebliğ cemaati mensubu dört kişi Gana’ya bir ay önce geldiklerini dört ay daha kalacaklarını söylediler. Bütün bir Gana’yı dolaşmayı hedefleyen tebliğcilerin merkezi konaklama yeri Hocanın medresesi.
Cenaze Törenleri
Hristiyanlar ölülerini duruma göre bir hafta ya da bir ay bekletiyorlar. Bu süre zarfında hazırlanan posterlerle insanları cenaze törenlerine davet ediyorlar. Cumartesi ya da pazar günleri yapılan törenler, şölen havasında geçiyor. Cenaze sahipleri insanları eğlenceden ziyade para toplamak için davet ediyorlar. Bizdeki takı merasimlerine benzer para toplama faslı şölenin en önemli bölümünü oluşturuyor. Paranın miktarı ölen şahsın sağken yaptığı para yardımına göre ayarlanıyor. Ölünün sadece birinci derece yakınlarının beyaz giydiği şölende kadın erkek herkes siyah elbise giyiyor. Bu yüzden cumartesi ve pazar günleri sokakların siyah elbiseli insanlarla lebaleb dolu olduğunu görürsünüz.
Gana’da cenaze ile alakalı işlemler bölgede faaliyet gösteren şirketler tarafından yürütülüyor.
CAPE COST
Cape Cost, dünyadaki en dramatik olaylara ve soykırımlara tanık olan kalenin adı… Kaleye ait müzede sergilenen fotoğraflar, duvarlara asılı zincirler, bekleme ve işkence odaları ise soykırımın en güçlü tanıkları. Manzara, insanın yüreğini acıtıyor. Yerin altına doğru uzanan dehlizlerin taş duvarları neler neler anlatıyor: Sanki hala duvarlarda el ve ayakları zincirlere vurulan, kocasının gözleri önünde ırzına geçilen, köpeklere parçalatılan, gemilere yüklenip adi eşyalar gibi Avrupa ve Amerika’ya nakledilen çaresiz kölelerin feryatları yankılanıyor.
İngilizler Gana’yı istila edince başkent yaptıkları Cape Cost’u köle ticaretinin merkezi olarak kullandılar. Afrika’nın farklı bölgelerinden getirttikleri köleleri eski bir tüfek karşılığında satın alıp, yerin altındaki zindanlara hapsederlerdi.
Köleleştirilen aile bireyleri kalede birbirlerinden ayrılır kadın-erkek farklı zindanlara konurlardı. Zindan şartlarına ya da ayrılığa isyan edenler önce tecrit edilir ardında da işkence odalarında ölünceye kadar eza çekerlerdi. İngilizler ya siyahları insan yerine koymadıklarından ya da suç unsurlarını karartmak için cesetleri gömmez Atlas Okyanusu’na atarlardı.
Kalenin üst katında yer alan İngiliz komutana ait daire, insanlık tarihinin en çirkin olaylarına tanıklık ederdi. Komutan her gün kalenin üst katındaki balkona çıkar aşağıda yer alan holde beğenisine sunulan dört tutuklu kadından birini seçer, yıkattırır, tecavüz ederdi. Bu çirkin hadiseye direnen kadınlar ise işkence odalarında öldürülüp okyanusa atılırdı.
Erkeklere ait zindanın üst katında –şu an kütüphane olarak kullanılan- küçük bir kilise vardı. İngilizler, kilisenin hemen önündeki sarılı alan içerisinde yer alan delikten keyifle aşağıda üst üste duran köleleri kontrol eder, sonrada ayin yaparlardı.
Sağ kalanlar ya da yer altı zindanında dayanıklılık testinden geçenler, üzerinde “dönüşü olmayan kapı” yazan yerden geçirilip gemilerle ABD ve İngiltere’ye sevk edilirdi. Dönüşü olmayan kapıdan geçen eşler farklı gemilerle değişik ülkelere gönderilir, hürriyetleri ile birlikte ailelerini de kaybederlerdi.
***
Batı’yı “tek dişi kalmış canavar” yapan unsurları görmek isteyenler, Cape Cost’u ziyaret etmelidirler.
***
Akşama doğru derin düşüncelerle Cape Cost ziyaretine nokta koyup, başkent Akra’ya geçtik. Sabah saat 6’da da Kazablanka için Akra’dan ayrıldık.
Sözün Özü
Gana’da Hristiyanlığın tarihi soykırımla özdeşleşen Cape Coast’la başlar. Burada yaşanan kirli ilişkiler aynı zamanda Gana’nın yaklaşık % 40’ını oluşturan Hristiyan nüfusun da miladıdır.
Ganalılar, İngiliz sömürüsü ile birlikte tanıdıkları yeni dinleriyle hürriyetlerini, dillerini ve yer altı zenginliklerini kaybettiler. Anne ve babaları öldürülen ya da bir daha dönmemek üzere ABD’ye götürülen çocukların memleketi haline gelen Gana, tarihi birikimi ile birlikte medeni tecrübesini de yitirdi. Geride kalan insanlar dünyanın en verimli arazilerine sahip coğrafyada yokluk içerisinde acı çektiler.
Gana, İslam’ı asırlar önce kuzeyden gelen Müslüman tüccarlarla tanıdı. Gana’ya, insanlarla zenginliklerini paylaşmak için gelen Müslümanlar, bölgede ticareti ve tarımı geliştirdiler. Hapishane içerisinde kilise kuran Hristiyanlar’ın zıddına, Medrese içerisine cami inşa ettiler.
Yüzlerinde asırlık acının izlerini taşıyan Ganalılar, korkudan tutulan akıllarını açacak ve Cape Cost’tan başlayarak kendilerini tarihleriyle yüzleşmeye çağıracak ilim ve fikir adamlarını bekliyor. Yüzleşmenin gerçekleştiği gün, soykırım suçlarını hafifletebilmek için masum insanları dünyaya yamyam olarak tanıtan İngilizler siyaseten güçlerini yitirecek ve bütün bir coğrafyayı Allah’ın dini İslam kuşatıp kucaklayacaktır.
——————————-
[1] Gana ile Türkiye arasında iki saatlik bir zaman farkı olduğundan Kahire’den 18.30′da hareket eden uçak 6 saatlik bir uçuştan sonra Akra’ya vardığında saat 22.30′u göstermekteydi.