Yahya ARSLAN
Ayrık otlarının zemini kapladığı, hakikat nüvelerinin steplerde kaybolduğu bir zamanda inkişaf birkaç damlalık mütevazı yağmur gibi değdi toprağa. Ummadık diyarlarda dahi yer çalkalandı. Sanki top yekûn bir inkılap zamanıydı. Muazzam ve mübarek yankılar duyuldu. Ruhlara cesaret aşısı yapıldı. İslam Hakikatinin saf haliyle Kıyamet’e kadar yürüyeceğine yürekten inananlar nezdinde İnkişaf, Büyük Oluş’un küçücük bir zerresi olarak kabul gördü. Ak Sarıklı Allah Dostu başta, Mucaz Hocalar, Hasbi Mütefekkirler tamam dediler; “İnkişaf Sünnet ve Cemaat anlayışının milyonlarla ifade edilen hizmetkarlarından biri olmaya namzettir.” Evet İnkişaf İslam Atlasının hakiki mümessili; Sünnet ve Cemaat Anlayışının küçücük bir ferdi olmayı, bu oluşun hakkını verebilmeyi en büyük kazanım kabul eder.İnkişaf’a dair söylenenleri dikkatle not ettik. Müsbet olanlar kardeşlerimizin hüsnüniyetinden… Dualarının devamını bekliyoruz. Menfi olanlara gelince; Yazdıklarımız ortada, her hükmün senedi var. Bu durumda iddia sahibine düşen ise hamasi nutuklar atmak değil, iddialarına delil getirmektir. Allah ve Resulünü tenkit etmekten, Kur’an-ı Hakim’in İlahi duruşunu beşeri suretlere taşımaktan sabıkalı müelliflerin yazıp-çizdiklerinin tahlil ve tenkidinden niçin rahatsızlık duyulduğunu doğrusu anlayamadık. Yoksa Allah Resulünü tenkit edenlerin masumiyetimi var?! Ya da Kur’an ve Sünnet’in onlar katında, müdafaa ettikleri müellifler kadar saygınlığı yokmudur? Hadiseyi nasıl takdir etmekteler bilemiyorum fakat İnkişaf adına şunu kabul etmeleri gerekir: İslam’a göre hakikati beyan etmek, yeri geldiğinde de müdafaa etmek haktan öte bir vazifedir. İnkişaf bu vazifeyi ifa edebilmek için vardır.
Aidiyetimizi soranlara gelince; Mahza Sünnet ve Cemaat Anlayışına mensubuz. Yaşadığımız asrın fikri hareketleri içerisinde hususi bir kavramla ifade etmek gerekirse; Akılda Gazali, Ruhta İmam-ı Rabbani /Ali Haydar Efendi, İlmi duruşta Zahid Kevseri ve Batıyla mücadelenin stratejisini tayinde Üstad Necip Fazıl İnkişaf’ın Ulu Hocalarındandır.
Bu sayının “Makalat” bölümünde “taklit”, “telfik”, “meşhur ve muteber dört mezheb”in gerekliliği, mezhepsizliğin menşei gibi konuları tahlil ettik. Öncelikli gayemiz ise Sünnet ve Cemaat Anlayışının doğrusunu beyan etmek…
İslam’ı yaşama usulü olan taklit, hicri dördüncü asrın ortalarından itibaren form değiştirerek mezhepler düzeyinde yapılmaya başlandı. Bu süreç içerisinde oluşan mezhepler İslam toplumunun medeni birikimini dış ve iç tehditlere karşı koruyan bir sığınak oldu. İlmi kudretten yoksun olanlar “Meşhur Dört Mezhep”ten birini taklit ederek “lâdini” hareketlere karşı imanlarını muhafaza ettiler.
Mezhepler tefrikanın değil, çokluk içinde vahdetin temsilcileri oldular. İslam’ın ilk yıllarında olmamalarını meşru olmayışlarına delil getirmekse mantık zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Tefsir, Kelam, Fıkıh gibi ilimler de Hz Resulullah (s.a.v.) zamanında yoktu. Saadet Asrında öz olarak var olan bu ilimler ileriki yıllarda sistematize edilerek mevcut disiplinler elde edildi. Mezheplerde Saadet Asrında taklit gibi bir “asl”a dayanmaktaydılar.
N
Selefilerin Kur’an ve Sünnet’e dönüş zarfı içerisinde mezhepleri, İslam’ın doğru anlaşılmasının önünde engel göstermeleri çelişkilerle doludur. Çünkü Müctehit İmamların söyledikleri, Kur’an ve Sünnet’e uygun olduklarından değer kazanmıştır. Bu yüzden “Hanefi ya da Maliki olmak… Muhammedi (ne demekse) olmaya engel” değil, bizzat “olmaya” erdiren en sistematik usuldür.
İslam dünyasında özellikle de Selefi düşünceye sahip olanlar arasında geçen yıllara nispetle daha anlayışlı bir yaklaşım var. Yalnızca İbn Teymiye, Şevkani, İbn Hazm’ı, … taklit edenler halkayı dar tuttuklarını, taklide karşı çıkarken sadece bu müellifleri taklit etmelerinin doğru olmadığını kavrıyor gibiler. Bin Baz’ın, Elbani’nin risalelerini dağıtıp Ümmeti mezheplerden kurtarmaya(!) çağıranlar aslında bu duruşlarıyla Elbani ya da diğerleri adına yeni mezhepler oluşturduklarını fark ettiler. Madem neticede birileri taklit edilecek, o takdirde bunlar niçin meşhur dört mezhep olmasın? Şayet Selefiler hadisle fetva veriyorlarsa unutmamak gerekir ki onların kullandıkları hadis mecmualarını ilk defa telif edenler arasında mezhep imamları da var. Bir çok yanlışı tecrübe ettikten sonra anladılar, anlıyorlar.
N
“Bedihi Hayat” bölümünde -dizi halinde- klas duruşun abide şahsiyeti Ali Haydar Efendi’nin hayatı anlatılmaya devam edecek. “Büyük Doğu Akademyası”nda ise -yine dizi halinde- İslami tefekkürün büyük kurmayı Üstat Necip Fazıl’ın “Mezuniyeti Olmayan Üniversitesi”nden makaleler yer alacak.
Üstat: “Yazılarım birer oksa konferanslarım bu okların ucundaki gözlerdir.” diyor. Biz de İnkişaf’ın kitlelere ulaşması mücadelesinde aboneleri-mizi/temsilcilerimizi dergimizin ucundaki gözler olarak görüyor, cemiyet içinde gören gözlerimiz olmaları hasebiyle kendilerine teşekkür ediyoruz.
N
Kim ne derse desin, ne yapmaya çalışırsa çalışsın, İslam saf haliyle ve tüm ihtişamıyla dimdik ayaktadır.
Allah’ın selamı üzerinize olsun.