Prof. Dr. Muhammed Tahir Nur Veli
Ter: Hasan Terzioğlu

Hamd, evliyaların ve âlimlerin mertebelerini yükselten, kıymetlerini artıran, onlara şeref veren celal sahibi Allah Teala’ya aittir. O (c.c.) derecelerini yükselttiği alimler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler (gereği gibi) korkarlar.”[1], Haberiniz olsun Allah’ın dostları olanların üzerine ne korku vardır ne de onlar mahzun olurlar.[2]
Salât ve selam, Allah’ın bütün âlemlere rahmeti gereği müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdiği, hidayet ışığını her tarafa kandil gibi saçan, Rabbani hidayetin güneşi, sevgilimiz, efendimiz, önderimiz Abdullah’ın oğlu Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve selem) üzerine olsun. Yine O’nun temiz, pak, iffetli, samimi ailesine, O’na bağlı olan sadık, hürmetkâr arkadaşlarına ve hesap gününe kadar O’nun yolunda yürüyen, izini takip eden ümmetine selam olsun.

İnkişaf

İnkişaf adlı mühim bir dergiyi çıkaran takva sahibi değerli kardeşlerimden bir grup ziyaretime gelip, tabiun devrinin büyük alimlerinden, fakihlerin önderi, hadis hafızlarının gözdesi, zahit ve muttaki İmam, Ebu Hanife’nin tasavvufi yönü hakkında bir yazı yazmamı istedi.

Tam Teşekküllü Bir Üniversite

İmam Ebu Hanife, benim gibi yazı yazmada sermayesi az olan birisinin makalesinde ortaya çıkaracağı kişilikten çok daha büyük bir alimdir.

O, ancak gayretli âlimlerin içine dalıp anlayabilecekleri coşkun ve dolu bir denizdir. İlimde, fıkıhta, hadiste, takvada, doğrulukta, zühtte ve tasavvufta tam teşekküllü bir okul gibidir. İslam ümmetinin yarısından çoğu zikredilen özelliklerinde O’na tabi olmuştur. Hemen hemen dünyanın her tarafına takvası, ilmi ve fıkhı yayılmıştır. Benim gibi birisi böyle dev bir okyanusun içine nasıl dalabilir? Ama yine de kendimi ilim ve fazilet ehlinden sayarak bu yüce imamın hayatıyla ilgili eser telif eden alimlerin kitaplarından alıntılar yaparak onu anlatmaya çalışacağım.

Saygın bir aileye mensup olan İmam-ı Azam Efendimiz’in[3] adı Numan, babası Sabit b. Zuta, Onun da babası Numan b. Merzuban’dır. Dedesi Merzuban Hz. Ömer (r.a) Efendimiz döneminde Müslüman olup daha sonra Küfe’ye göç ederek oraya yerleşmiştir.

İmam Ebu Hanife, Halife Mervan b. Abdu’l-Melik’in hilafeti döneminde, hicri 80 yılında, doğruluk ve takva sahibi bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya geldi.[4] Bu sayede çok sayıda ashabı kiramla aynı dönemi paylaştı. Bunların bazılarıyla karşılaştı ve bir kısmından hadis rivayet etti. Hadis dinlediği sahabiler arasında; Abdullah b. Haris b. Cez’i-z-Zebidi, Enes b. Malik, Abdullah b. Ebi Evfa, Sehl b. Sa’d es-Saidi, Ebu Tufayl Amir b. Vâsile Leysi, Vasile b. Eska’ ve Aişe b. Acret (radiyallahu anhum) bulunmaktadır.[5] Ebu Hanife bu itibarla tabiun tabakasından olup, Peygamberimiz’in müjdelediği en hayırlı üç kuşak arasına girmektedir.

Kaynaklarda anlatıldığına göre; Ebu Hanife’nin babası Sabit, küçük yaşta Hz. Ali’nin (r.a) yanına gitmiş ve Hz. Ali (r.a) ona ve ailesine bereket duası yapmıştır.[6]

İmam-ı Azam, cömert, zengin, erdemli ve Müslüman bir ailenin içinde büyüyüp, yetişmiştir. Babası tekstil işiyle uğraşmıştır.

Tahsil Hayatı

Ebu Hanife Kur’an-ı Kerim’i küçük yaşta hıfzetti. Ömrünün ilk yıllarında tabiundan İmam Amir eş-Şa’bi ile karşılaşana kadar pazarda babasıyla birlikte ticaret ile uğraştı. Eş-Şa’bi, İmam-ı Azam’la karşılaştığında onun gayet zeki, uyanık, enerji dolu biri olduğunu anlayıp ona âlimlerin yanına sık sık gitmesini tavsiye etti. İmam-ı Azam bu tavsiyeler doğrultusunda âlimlerin yanına gidip gelmeye başladı. Bu, Ebu Hanife’nin ilim talep etme yolunda attığı ilk ciddi adımdır.[7]

İmam-ı Azam sapık ve inkârcılarla mücadelede başarılı olabilmek için önce kelam ve münazara ilmini öğrendi ve onların şüphelerini izale etti. Daha sonra Allah Teala, onu fıkıh ilmini öğrenmeye ve araştırmaya sevk etti. Tabi burada İmam-ı Azam’ın bu safhaya gelmesinde emeği olan Hocası Hammad b. Ebi Süleyman’ı hatırlamadan geçemeyiz. Çünkü Ebu Hanife ilmini ve terbiyesini ondan aldı. Bu yüzden ona karşı hizmet ve saygıda kusur etmedi. Hatta Hammad’a olan saygısından ötürü ayaklarını evine doğru uzatmazdı. Hocasının ölümünün ardından ilim meclisini O devam ettirdi.[8]

İmam-ı Azam sayısı 4000’e ulaşan önemli ve büyük âlimden ders almıştır. Bunların yedisi sahabe-i kiram, yetmişi tabiun âlimlerindendir. Geri kalanı ise etbau’t-tabiindendir. Aynı zamanda bu alimlerden birçoğu Buhari ve Müslim’in de hocalarıdır.[9]

İlmi Durumu

Ebu Hanife hadis hafızlarının müracaat kaynağıydı.[10] Kendisinden çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Yine ondan birçok sünnet uzmanı hadis almıştır. Bu uzmanlar: Sufyan es-Sevri, İbn Uyeyne, Veki’, Abdullah b. Mubarek, Yahya b. Said Kahtan, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan Şeybani, Leys b. Sa’d, Abdurrrezzak San’ani ve diğerleridir.[11]

Ebu Hanife’nin adı cerh ve tadil imamları arasında da geçmektedir.[12] Rivayet etmiş olduğu hadislerin isnadı sahih hadis meratibinin şartlarını tekeffül etmiş en sahih isnadlardan oluşmaktadır.[13]

Tasavvuf

Aslında ben burada İmam Ebu Hanife’nin hadis ilmindeki mevkiini ve hayatıyla ilgili bilgileri sunacak değilim. Maksadım onun tasavvuf ilmindeki derecesini araştırıp ortaya koymak ve Cibril hadisinde bahsi geçen[14] “ihsan makamı”ndaki yerinin ne olduğunu araştırıp gözler önüne sermektir.

İlk olarak tasavvuf ilminin tanım ve kurallarından bahsedeceğiz. Bu noktada İbn-u Uceybe şöyle demektedir: “Tasavvuf; Sultanlar sultanı olan Allah’a nasıl ulaşacağımızı, içimizi kötü düşüncelerden temizleyip, faziletin her çeşidiyle nasıl süsleyeceğimizi öğreten bir ilimdir. Tasavvufun evveli ilim, ortası amel, sonu da bütün bunların karşılığı olarak ilahi hediyelere mazhar olmaktır.”[15]

İbn-u Zerruk şöyle demektedir: “Nasıl ki fıkıh ilmi yapılacak işlerin düzgün yapılmasını ve düzenin korunmasını sağlar, hükümlerin uygulanması için alınan kararın haklılık gerekçesini (hikmetini) ortaya koyar, kelam ilmi yargıya götürecek öncülleri delilleriyle gerçekleştirip imanı kesin bilgiyle süsler, tıp ilmi insanın vücudunu korur, nahiv ilmi de dilde galat yapmadan düzgün konuşmayı sağlar ise; tasavvuf da kalpleri düzeltip masivadan ayırarak yalnızca Allah Teala’ya tahsis eder.[16]

Cüneyd-i Bağdadi diyor ki: “Tasavvuf; aziz ve değerli olan herkesi işleyerek cevherini ortaya çıkarmak ve kalitesiz olanı da elemektir.[17]

Ebu Hanife’nin Tasavvuf Disiplinindeki Yeri

Biyografi yazarları, İmam-ı Azam’ın takvası, ibadeti ve zühdünde icma etmişlerdir. Kalbi ahlaki kötülüklerden arı, her çeşit faziletle süslü, Allah ve Resulü’nün getirdiklerine sıkı sıkıya bağlıydı. O evliyaların ve imamlarının en büyüğüydü.

İmam Abdullah b. el-Mübarek: “Ebu Hanife’den daha çok Allah’tan korkan birisini görmedim.” [18] demektedir.

Abdurrezzak b. Hemmam: “Ebu Hanife’ye her rastladığımda gözlerinde ve yanaklarında ağlama izlerini görürdüm.” [19], Hafs b. Abdurrrahman: “Ben, takva sahibi, zahit, fakih ve âlimlerden çeşitli insanlarla birlikte oldum. Ama İmam-ı Azam gibi bütün özellikleri kendisinde toplayan hiç kimseyi görmedim.[20], İmam Ahmed b. Hanbel: “O, âlim, zahit ve takva ehlidir. Hiç kimsenin sahip olamayacağı maddi imkanlarına karşılık yine de ahiret yurdunu tercih edenlerdendir.[21], Yezid b. Harun: “Ebu Hanife muttaki, temiz, zahit, vera’ sahibi, doğru sözlü ve devrinde en güçlü hafızaya sahip olan alimdi.”[22], Hasan b. Muhammed: “Ebu Hanife’ye bakan kişi ibadete olan düşkünlüğünden, zayıflayan vücudu ve sararan yüzünden ötürü O’na acırdı.”[23], Zahit Davut et-Tai: “O, gece yürüyüşüne çıkanların kendisiyle yolunu bulabilecekleri bir yıldız gibidir. Müminlerin gönüllerinde taht kuran önemli bir şahsiyettir.[24] demektedir.

Kuşeyri, risalesinin takva bahsinde şunları söyler: “Ebu Hanife alacaklısının ağacının gölgesinde oturmaz ve şöyle derdi: ‘Her verilen borç beraberinde bir menfaat getiriyorsa o faizdir.’”[25]

Muhammed b. Hasan eş-Şeybani şunları söylemektedir: “Ebu Hanife zamanında tekti. O’nun dünyadan ayrılması, ilimde, keremde, lütufta, takvada ve Allah için tercih etmede dağ gibi olan birinin ilim ve fıkhıyla birlikte yeryüzünü terketmesi demekti.”[26]

Hasan b. İsmail b. Mücalit babasından şunları rivayet etmektedir: “Bir gün Harun Reşid’in yanında oturuyordum ki o esnada yanımıza Kadı Ebu Yusuf girdi. Harun ona dedi ki: ‘Ebu Hanife’nin özelliklerinden bize bahset.’ Ebu Yusuf: ‘Allah’a yemin olsun ki haramlardan kaçınmada çok titizdi. Dünyaya önem veren insanlarla oturup kalkmazdı. Çoğu zaman susmayı tercih ederdi. Devamlı tefekkür ederdi. Ağzından malayani laflar çıkmaz, boş konuşmazdı. Soru sorulduğunda cevabı biliyorsa o anda verirdi. Ey Müminlerin Emiri! Ben onu hep kendini ve dinini koruyan, insanlar yerine kendi nefsinin tezkiyesiyle meşgul olan biri olarak bildim. Herkes hakkında hayırdan başka bir şey konuşmazdı.’ Harun Reşid: ‘Bu salihlerin ahlakıdır.’ diye karşılık verdi.”[27]

Velayetteki Yeri

İmam-ı Azam Ebu Hanife tabiun olduğundan ilk dönem evliyalar sınıfından sayılmaktadır.

İmam Şa’rani Allah yolunda kendilerine uyulan sahabe ve tabiunun velilerinden bahsettiği “et-Tabakatü’l-Kübra”[28] isimli kitabında İmam-ı Azam’a da yer verir. Takvasından dolayı kadılık görevine yanaşmamasından, insanların en abidi olduğundan bahseder. Namaz kılarken çok ayakta kaldığından dolayı ona “direk”(veted) adı verildiğini, yatsı namazının abdestiyle kırk sene sabah namazını kıldığını, her rekâtta Kur’an-ı hatmettiğini, namazda ağlama sesinin duyulduğunu hatta komşularının iniltilerinden dolayı ona acıdığını, Kur’an-ı Kerim’i vefat ettiği yerde yedi bin defa hatmettiğini anlatır.[29]

İmam Abdurrauf Munavi “el-Kevakibu’d-Durriyye fi Teracimi’s-Sadeti’s-Sufiyye” adlı kitabının mukaddimesinde seçkin evliyaların hikmet, söz ve hallerinden oluşan faydalı bir kompozisyon oluşturduğunu söyler. Sonra şöyle devam eder: “Lakin ben hepsini kitabıma almadım. Bunlar arasından züht ve takvasıyla meşhur olmuş, feraset ve rehberlikleriyle temayüz etmiş, hal sahibi, belirli tarzı ve çizgisi olan, tasavvufi hakikatlerle ilgili engin manalara sahip sözleri bulunan, keramet sahibi bir grup Allah dostlarının hayat hikâyelerini derledim. Bu derlemeden maksat; onlara ait tasavvufi hakikat ve hükümleri içeren sözleri serdederek insanlara faydalı olabilmektir. Farklı derlemeler kendilerine nazaran çok nefis bilgiler içerebilir ama benim yaptığım bu derlemeye nazaran ancak tamamlayıcı olabilirler. Bu yüzden ışığını uzak menzillere gönderen yüksek fener kulesi gibi aziz olan bu eşsiz nasihatleri, paha biçilmez hikmetleri al ve faydalanmasını bil…

İmam-ı Münavi, İmam-ı Azam’ın hayat hikâyesini anlatırken onun kabiliyetli, mahir ve dolunay gibi parlak muhteşem bir imam olduğunu söyler…

Sonra şöyle devam eder: “İmam-ı Azam güzel ahlakı, takvası, saygınlığı ve asil duruşuyla tanınıyordu. Anlayışı ve hafızası yerindeydi. İşinde öncüydü. Nükteli sözleri vardı. Eşsiz çıkarımları olan sağlam bir fakihti. Açık, ayan beyan ve net bilgisiyle, razı olunan bir yolun yolcusuydu. Kendisi için güçlük verecek bir şeyin altına girmez ve ondan uzak dururdu. Tefekkür ve tedebbür onun işiydi. Çünkü tasavvuf hakkında şöyle denir: “O bozulan, kirlenen ve tefekküre yönelen kişiyi temizler.”

İmam-ı Azam zahitlerin en abidi, kulların en zahidi idi. Bütün geceyi namazla, ağlamayla, yakarmayla ve duayla ihya ederdi… [30]

İmam Ahmed Serhendi el-Faruki Mektubat’ında İmam-ı Azam hakkında şunları söyler: “Küfeli İmam-ı Azam takvası, verası ve sünnete olan bağlılığıyla içtihatta ve hüküm çıkarmada başkalarının kendisini anlamaktan aciz kaldığı yüksek derecelere erişmiştir. Ebu Hanife ince ve nükteli manalara vakıf olduğu için, bazıları yaptığı içtihatlarının Kitap ve Sünnet’e ters düştüğünü zannederek O’nun ve arkadaşlarının “ehl-i rey”den olduklarını düşünmüşlerdir. İmam-ı Azam hakkındaki bu zanları, O’nun sahip olduğu ilim ve dirayetin mahiyetine ulaşamadıklarından, anlayış ve ferasetine muttali olamadıklarından kaynaklanmaktadır.[31]

“ed-Durru’l-Muhtar Şerh-u Tenviri’l-Ebsar” isimli kitabın yazarı Haskefi şunları söyler: “Üstat Ebu Kasım el-Kuşeyri risalesinde -tasavvuf yolunda öncü ve kendine has bir mezhebi olmasına rağmen- der ki: ‘Ebu Ali Dekkak’ın şunu söylediğini işittim: Ben tasavvufu Ebu Kasım Nasrabazi’den aldım. Ebu Kasım en-Nasrabazi Şibli’den, o Sırri Sakati’den, o Maruf Kerhi’den, o Davut Tai’den, o da Ebu Hanife’den aldı.

İmam İbn Abidin’de Durrü’l-Muhtar’ın haşiyesinde şunları söyler: “O tasavvuf meydanın kahramanıdır. Çünkü tasavvuf ilminin temeli bilmek, amel etmek ve nefsi temizlemekten oluşmaktadır. Selefin bütünü Onu bu özelliğiyle vasfetmiştir.[32]

Haskefi’nin iktibaslarının tamamı Risale-i Kuşeyriye’de geçmektedir. Fakat Risale’de İmam-ı Azam’ın adı yoktur. Sadece Onu andıran şöyle bir ibare bulunmaktadır: “Davud et-Tai Tabiun ile görüşmüştür.”

Ma’lumdur ki, Ebu Hanife tabiundendir. Fıkıha, takvaya ve ibadete olan düşkünlüğünde onların önderidir. Sufi ve zahid olan Davud et-Tai de Onun arkadaşlarından ve öğrencilerindendir. Onun yanında tasavvufi eğitimini almıştır. Daha önceden de geçtiği gibi Ebu Hanife hakkında söylenen sözün sahibi Odur: “O, Müminlerin gönüllerinde yer eden ve gece yürüyüşüne çıkan birisine yol gösteren bir yıldız gibidir.”

Haskefi “Davud et-Tai ilmi ve tasavvufu Ebu Hanife’den aldı.” derken Kuşeyri’nin “Davud et-Tai tabiun ile karşılaştı.” sözünü tefsir etmek istemiştir.[33]

İbn Teymiyye Minhacü’s-Sunne isimli kitabında şunları söyler: “…Fıkıh, tasavvuf, tefsir ve hadis ehlinin imamları dört imam ve onlara tabi olanlar gibidir.”[34] Şeyh, dört fıkıh imamını hadise, tasavvufa, fıkha ve diğer ilimlere nispet edip onların başlarında İmam Ebu Hanife’nin olduğunu söyler.

İmam İbn Allan es-Sıddıkî el-Alevî eş-Şafiî el-Hicazî ”el-Futuhatu’r-Rabbaniyye ale’l-Ezkari’n-Neveviyye” isimli kitabında şunları kaydeder: “Ebu Hanife imamların büyüğü, alanında tek, saygın ve herkesin önderidir. İmamların imamıdır. Mertebesinin yüceliğinde, ilminin ve zahitliğinin çokluğunda ve batıni ilimlerle mücehhez olduğunda herkesin görüş birliği vardır. O’nun zahirî ilimlerini varın siz düşünün. Kendi asrının insanları Onu medh u sena etmekten kendilerini alamamışlardır.[35]

Ebu Hanife hakkında gerek burada, gerekse de başka makalelerde söylenen sözlere binaen rahatlıkla şu söylenebilir: İmam-ı Azam Ebu Hanife Rabbanî büyüklerden, tasavvuf okulunun direklerinden ve temellerinden biridir. O, tasavvufi kaidelerin kendisinden alındığı ilklerdendir. Onun hayatından, mürşitler metot almışlar ve tasavvuf yoluna yeni girmiş salikler de âdap kurallarını iktibas etmişlerdir.

Sahabe ve taibun tabakası Resulullah’a (s.a.v) yakın oldukları ve en hayırlı asırlarda yaşadıklarından tabiatlarını ve karakterlerini takvanın, veranın, cihadın, ibadete tüm kalpleriyle ve ruhlarıyla yönelmenin, Allah (c.c.) ile baş başa kalmanın, dünyanın süsünden yüz çevirmenin ve daha bir sürü olgun sıfatların mührüyle nişanlamışlardır. Böylece Onlar kendilerinden sonra gelen müridlerin üstadları ve mürşitlerin imamları oldular.

Bunların zamanında sistematik olarak tasavvufî kuralların konmasına ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü bu kurallar ameli olarak Onların doğal yaşamlarında mevcuttu. Onların bu durumu; tevarüs yoluyla arapçayı bilen ve bu dili hatasız konuşabilmesi için kurallarını hiç kimseden öğrenmeye ihtiyaç duymayan Arap gibidir. Ama ikinci asır ve sonrasında insanlar dünyaya meyledince, dünya işlerine çok karışınca ibadete yönelen insanlar kendilerini sufiliğe has kılarak içlerinden bir grup, diğer ilimlerde olduğu gibi bunun da kurallarını ve âdabını derlemiştir.

Burada şunuda ifade edeyim: İmam-ı Azam’ın mezhebine tabi olan, O’nun görüşlerini alıp ona göre amel eden tasavvuf ehli bir çok evliya vardır: İbrahim bin Edhem, Şaik el-Belhi, Ma’ruf el-Kerhi, Ebu Yezid el-Bistamî, el-Fudayl bin İyaz, Davud et-Tai, Ebu Hamid el-Lifaf, Halef bin Eyub, Abdullah bin el-Mübarek, Veki’ bin el-Cerrah, Ebu Bekr el-Verrak ve diğerleri…[36]

Şayet bu isimler Onu imam olarak görmeseydiler Ona tabi olmaz, Onun arkasından gitmezlerdi.

Hikmetli Sözleri

İmam Ebu Hanife’den çok sayıda hikmetli sözler nakledilmiştir. Tasavvuf alanında O’nun konumunu belirleyecek ilginç sözlerinden bir kaçı şöyledir:

“Bir kişi direk gibi durarak çok ibadet eder de midesine giren şeyin helâl mi, haram mı olduğuna bakmazsa onun ibadeti kabul görmez.”

“Ben insanlarla elli sene oturup kalktım, hiç birinin beni kusurumdan dolayı affettiğini, karşılıklı gidip-gelmeyi aksattığımda bana gelen kimseyi, ayıbımı ve kusurumu örten kimseyi ve birinin bana kızdığında ne yapacağından emin olduğum kimseyi görmedim. O zaman böyleleriyle muhatap olmak büyük ahmaklıktır.”

“Kişi ilmi elde etmeden makam ve riyaset peşine düşerse o şekilde kaldığı müddetçe kendisini zilletten kurtaramaz.”[37]

Ebu Yusuf, İmam-ı Azam’ın şöyle dediğini nakleder: “Ben günahları insanı perişan eden ve zillete sürükleyen unsurlar olarak gördüm. Bu yüzden onları güzel bir davranış biçimi olsun diye terk ettim. Bu davranış biçimi, benim dinim, diyanetim oldu. [38]

Kerametleri

İmam-ı Azam’ın büyüklüğüne ve O’nun velayetine delalet edecek kerametleri de vardır.

İsmail b. Hammad b. Ebi Hanife şunları nakleder: Yanımızda Rafizilerden bir değirmenci vardı. Bu değirmencinin de işinde çalıştırdığı iki tane katırı vardı. Birine Ebu Bekir diğerine de Ömer adını koymuştu. Bu katırlardan biri sahibini tepeleyerek öldürdü. Bu olaydan İmam-ı Azam haberdar olunca şöyle dedi: “Gidin bakın kendisini tepeleyerek öldürenin adı Ömer diye çağırdığı hayvandır.” Gidip baktılar dediği gibiydi.[39]

Sonuç

Bu veciz menkıbelerden, İmam-ı Azam’a dair olan hikayelerden ve büyük imamların sözlerinden sonra daha fazlasını konuşmak bizi de yazımızı da aşar. Ancak şunu söyleyelim: Ebu Hanife, hayatından tasavvufi edep ve kaidelerin çıkarıldığı ve tasavvufî okulun temellerinin metotları üzerine kurulduğu bir imamdır.

Bu makaleyi Abdullah b. Mübarek’in İmam-ı Azam hakkında söylediği beyitle bitiriyorum:

Müslümanların İmam’ı Ebu Hanife fıkıh, hadis ve hükümle beldeleri ve içinde yaşayanları, sayfalardaki Zebur’un ayetleri gibi süsledi. Doğuda, batıda ve Kûfe’de Onun gibisi yoktur. Allah korkusundan uykusunu terk ederek gecesini ibadetle, gündüzünü de Allah (c.c) için oruçla geçirmiştir.[40]

Salât Efendimiz Hz. Muhammed’e, ailesine ve bütün arkadaşlarına olsun. Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur.

————————————————-

[1] Fatır/35, 28.

[2] Yunus/10, 62.

[3] İmam-ı Azam’ın hayatını ve faziletlerini anlatan çok sayıda kaynak mevcuttur. Benim bu makalede hayat hikâyesi için kaynak olarak aldığım eserler şunlardır: Muvaffak Mekki, Menakibu’l-İmam Ebi Hanife; Kerderi, Menakibu’l-İmam Ebi Hanife, İbn Ebi Avam, Fedail-u Ebi Hanife, Saymiri, Ahbari Ebi Hanife, Şemsuddin Zehebi, Menakibu’l-İmam Ebi Hanife ve sahibeyhi, Şa’rani, et-Tabakatu’l-Kubra, İbn-u Hacer Heytemi, el-Hayratu’l-Hisan fi Menakibi’l İmami’l Azami Ebi Hanifete’n-Numan, Hatib Bağdadi, Tarih-u Bağdad, (13/313), Suyuti, Tebyidu’s-Sahifeti bi Menakibi’l-İmami Ebi Hanife, Temimi, Tabakatu’s-Seniyye fi Teracimi’l Hanefiyye, İmam Münavi, el-Kevakibu’d-Durriyye fi teracimi’s-Sadeti’s-Sufiyye, Kureşi, el-Cevahiru’l-Mudie fi Tabakati’l-Hanefiyye, İmam Nevevi, Tehzibu’l-Esmai ve’l-Lugati(2/216), Muhammed Abdurreşid, Mekanetu’l-İmami Ebi Hanife fi’l-Hadis, Vehbi Gavici Elbani, Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, Seyit Afifi, Hayatu’l-İmam Ebi Hanife…

[4] Bkz: Tarih-u Bağdad (13/323).

[5] Bkz: Ebu Mekarim Abdullah b. Hüseyin Nisaburi, el-Ehadisu’s-Seb’atu an Seb’atin Mine’s-Sehabeti, Ebu Mueyyed Havarizmi, Minenu’r-Rahman ala’t-Tabi’yyi’l-Celil Ebi Hanifeti’n-Numan min Mukaddimeti Cami’i Mesanidi’l-İmami’l-Azami, (30), Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, (40,60/66), el-Hayratu’l-Hisan, (32), İkametu’l-Hucceti ala enne’l-İksare fi’t-Teabbudi Leyse bi bid’atin, (83/89), Hayatu’l-İmam Ebu Hanife, (29).

[6] Bkz: Tehzibu’l-Esmai ve’l-Lugati, (2/217), Tebyidu’s-Sahife,(18).

[7] Bkz: Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, (39).

[8] Bkz: Muvaffak Mekki, Menakibu’l-İmam Ebi Hanife, (1/54-55), el-Hayratu’l-Hisan, (37), Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, (40).

[9] Bkz: Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, (47).

[10] Bkz: Mekanetu İmam Ebi Hanife, (58/68).

[11] Bkz: Tarih-u Bağdad, (3/324), Tehzibu’l-Esmai ve’l-Lugati,(2/216), el-Hayratu’l-Hisan, (214), Tebyidu’s-Sahifeti, (63), Mekanetu İmam Ebi Hanife, (108), Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, (57).

[12] Bkz. Mekanetu İmam Ebi Hanife, (68/80).

[13] Aynı eser (81/86).

[14] Bkz: Buhari ve Müslim bu hadisi Kitabu’l-İmanda tahric etmişlerdir.

[15] Bkz: Abdullatif Farfur , Usulu’t-Tasavvuf.

[16] Bkz: Hakaik an’it-Tasavvuf, (14).

[17] Aynı Eser.

[18] Bkz: el-Hayratu’l-Hisan, (58), Tehzibu’l-Esmai ve’l-Lugat, (2/221), Menakibu’l İmam-i Ebi Hanife, (24).

[19] Ebu Hanife İmamu’l-Eimmeti’l-Fukahai, (79).

[20] Bkz: Ebu Hanife İmamu’l-Eimme, (84).

[21] Bkz: el-Hayratu’l-Hisan, (47), Ebu Hanife İmamu’l-Eimme, (104).

[22] Aynı Eser.

[23] Aynı Eser.

[24] Bkz: el-Hayratu’l-Hisan, (49), Ebu Hanife İmamu’l-Eimme, (90).

[25] Bkz: er-Risaletu’l-Kuşeyriyye, (57), Tabakatu’ş-Şa’rani, (53), el-Hayratu’l-Hisan, (60).

[26] Bkz: Ebu Hanife İmamu’l-Eimme, (78), Hayatu’l-İmam’i-Ebi Hanife, (56).

[27] Menakibu’l-İmam Ebi Hanife, (16), el-Kevakibu’d-Durriyye, (1/313).

[28] Bkz. Levakıhü’l-Envar fi Tabakati’l-Ahyar.

[29] Bkz: et-Tabakatu’l-Kubra, (3–53).

[30] El-Kevakibu’d-Durriyye, (1/312).

[31] İmam Rabbani, El-Mektubat, (2/94).

[32] Ed-Durru’l-Muhtar mea Haşiyeti İbn-i Abidin Aleyha, (1/43).

[33] Bkz: et-Tabakatu’s-Seniyye, (3/234), el-Cevahiru’l Mudie, (194), Menakibu’l-İmam Ebi Hanife, (17,28).

[34] Bkz: Hamişu Mekaneti’l-İmam Ebi Hanife, (50), Tebyidu’s-Sahife, (16).

[35] El-Futuhatu’r-Rabbaniyye, (2/105).

[36] Bkz: Menakibü’l-İmam Ebi Hanife, (11), Tarihu Bağdat, (13/324), Haşiyetü İbn Abidin ve ed-Dürrü’l- Muhtar, (1/41-43), Et-Tabakatü’s- Seniyye, (3/234).

[37] Bkz: Tabakatü’ş- Şa’rani, (54).

[38] Bkz: Hayatü’l- İmam Ebi Hanife, (77).

[39] Bkz: Tehzibü’l- Esma ve’l-Lüğat, (2/222).

[40] Bkz: Tebyidu’s-Sahife (127), Ed-Durru’l-Muhtar ve Haşiyetu İbni Abidin (1/43-44)