Mustafa ÖZCAN

Selefilik de, Melametilik gibi üçüncü devresini yaşıyor. En yumuÅŸak devresi de bu son devresi sayılabilir. Bununla birlikte, henüz ikinci devresi de piyasadan tam olarak silinmiÅŸ deÄŸil. İç içe ve mütedahil daireler ÅŸeklinde yaÅŸamaya devam ediyorlar. Ä°kinci devre SelefiliÄŸin devamları ÅŸu anda Suudi Arabistan gibi bölge rejimlerini rahatsız ediyor. Bununla birlikte, Suudi Arabistan İçiÅŸleri Bakanı Nayif bu baÄŸlamda aşırılıkla alakalı kendi selefilerinden ziyade ‘dehil’ yani ithal Ä°hvan-ı Müslimin hareketini suçluyordu. Bunun ötesinde, Selefilik en sert ve haÅŸin devresini Osmanlılarla birlikte yaÅŸadı.
Ä°mparatorluÄŸun yakın sınırları içinde olsaydı Kadizadeler gibi inkirazı kolay olurdu. Onlar bidatı, Ä°slam’ın en gözde kavramı yaptılar. Hayatın eksenini bu kavram tayin etti. Bu kavram, yapılması gerekenlerden ziyade yapılmaması gerekenlere iÅŸaret ediyordu. Onunla fıkıh ters dönmüştü. Ä°bahe alanı daralmış, yasaklar alanı alabildiÄŸince artmıştı. Necmeddin Tufi’nin ‘la darare vela dirar’ hadisinden mutlak maslahatçılık kavramını ve doktrinini türetmesi gibi Selefiler de ‘küllü bidatin dalale’ hadisinden yola çıkarak dalaletin sınırlarını geniÅŸlettikçe geniÅŸletmiÅŸler, ibahenin veya hürriyetin sınırlarını da daralttıkça daraltmışlardı. Bunun sonucu baÅŸkaları açısından ortamı neredeyse yaÅŸanılmaz hale getirmiÅŸlerdi.
Åžimdi Hicaz’a gittiÄŸinizde faraza bir camiye uÄŸrasanız hatipten ilk ve son dinleyeceÄŸiniz ÅŸey bidat kavramı olacaktır. Ä°mam bildiÄŸini okuyor. BildiÄŸi de bidattan baÅŸkası deÄŸil. Dolayısıyla bu anlayış hayatı kısırlaÅŸtırdıkça kısırlaÅŸtırmış ve manevi neÅŸve ve zevk atmosferini de azaltmıştır. Abdulkerim SuruÅŸ ve Vahidüddin Han gibilerin bahsettiÄŸi ifrat ve tefrit arasında ÅŸeriatın bast ve kabzı veya med ve cezri gibi bidatın kapsadığı alan da geniÅŸletildikçe geniÅŸletilmiÅŸtir. Bunun sonucu muhakeme daralmış ve dini hayat çok dar bir alanda yaÅŸanmaya baÅŸlanmıştır.
Aslında, bu bir indirgemeciliktir. Ä°slam, bidatlarla mücadeleye indirgendi. Her indirgeme de mahiyeti daraltan bir husustur. Ä°ndirgeme hayatın çeÅŸitliliÄŸi ve renkliliÄŸini yok etmedir. Ä°slam’da buna benzer uzun boylu ikinci bir fitne daha görülmedi. Paskal’ın bir kitap okuyup Ä°slam’la alakalı bütün tasavvurlarını bu kitap üzerine bina etmesi gibi Selefilerin bütün dünyaları da bidatla mücadele olmuÅŸ ve bu da dini neÅŸe ve neÅŸveyi kurutmuÅŸtur. Geriye kuru bir din anlayışı kalmıştır.
SelefiliÄŸin birinci aÅŸaması Hanbelilik üzerine Ä°bni Teymiyye ve talebelerinin aşısıdır. Ä°kinci dönemi ise Muhammed Bin Abdulvehhab’la baÅŸlayan dönemdir. Bu dönem bidat kavramı etrafında HanbeliliÄŸin ‘yenilenmesi’ dönemidir. Ahmed Bin Hanbel ile baÅŸlayan bu mezhep kimi zaman Ä°bni Küllab kimi zaman da Muhasibi ve Taberi gibi alim ve sufilerle sürtüşmüştür. Bunun ötesinde, BaÄŸdat’ta Åžafiilerle Hanbeliler arasında belli aralıklarla fitne dönemlerine rastlanmıştır. Taberi, Ä°bni Hanbel’i fakih deÄŸil, muhaddis olarak kabul etmiÅŸti. Bunu bir sataÅŸma kabul eden Hanbeliler Taberi’nin cenazesinin defnine bile zor izin vermiÅŸlerdi. Halbuki, eserî olan Ahmed Bin Hanbel gerçekten de fakih olmaktan ziyade hadise yatkın bir anlayış tarzına sahiptir. Kendisi de bunu ifade etmekten çekinmez. Bizzat Åžafii’ye fıkıhta kendi ufuklarını açtığını söylemiÅŸtir. Fıkıh tababet ise hadis ilmi de eczacılıktır. Birbirlerini tamamlayan iki alandır. Gazali de Ahmed Bin Hanbel’e derin saygı beslemekle birlikte tevil konusunda tevessü etmemesini biraz yadırgar. Mutezile’nin vartalarından birisi tevil veya aklı suistimal etmek ise HanbeliliÄŸin zellelerinden birisi de tevilsizlik veya aklı atıl duruma düşürmektir. Ancak akıl ile nakil iyi bir kıvamda mayalandığında semeredar olabilir.
Erken dönem SelefiliÄŸin başı addedilen Ä°bni Teymiyye ilim ehli bir aileden gelmektedir. Maarifin bütün alanlarına uzanmış ve ihtilaflı her alanda boy göstermiÅŸtir. Bununla birlikte, içlerinde Zahid el Kevseri’nin de bulunduÄŸu dört önemli ilim adamı ondan fenai nar’a dair sözler nakletmiÅŸlerdir. Bu fenai nar meselesi Ä°bni Teymiyye de çok açık olmasa bile talebesi Ä°bni’l Kayyım da barizdir. Bunun da ötesinde Ä°bni Battuta ondan Cami-i Emevi’de nüzül hadisini ÅŸerhederken tecsime varan teÅŸbih ifadeleri nakletmiÅŸtir. Bununla birlikte Ä°bni Battuta’nın sözlerini reddedenler de olmuÅŸtur. En tartışmalı hususlardan birisi de Ä°bni Arabi gibi gnostik eÄŸilimli bazı sufilerin tekfiridir. Bununla birlikte bir Ä°bni Teymiyye uzmanı olan Moritanyalı Muhammed Muhtar eÅŸ Åžankiti, Ä°mamı EÅŸari’den nakledildiÄŸi üzere ondan da ölüm döşeÄŸinde ehl-i kıbleyi tekfir etmekten tebrie eden sözlerin nakledildiÄŸini ifade etmektedir. Ehl-i kıbleden kimsenin tekfir edilemeyeceÄŸini söylemiÅŸtir. Abdeste devam eden bir kiÅŸi hadislere göre müminin zümresindendir. Evet, Ahmed Bin Hanbel ile Ä°bni’l Küllab veya ekolünün Muhasibi gibilerle sürtüşmesi olduÄŸu gibi Ä°bni Teymiyye’nin de Ä°bni Arabi gibiler ile sürtüşmesi olmuÅŸtur.
Yeni kavramların kullanılması hususunda taraflar anlaşamamıştır. Hanbeli ekol yeni kavramların ihdasını dinde bidat olarak görmüştür (Şankiti, el Alem, muhad el fikr es selefi, 18/01/2006). Elbette biz de uzlaşma zemininin bulunmasının iyi olacağı kanaatindeyiz.
Esasen tarihi seyir içinde HanbeliliÄŸin Selefilik ekolüne dönüşmesi hatalıdır. Veya bu ismi kullanması geniÅŸ bir kültürel mirası müsadere ve baÅŸkalarının hakkını kendine devretmektir. Daha doÄŸrusu, Muhammed Bin Abdulvehhab’ın açmış olduÄŸu çığır gerçekte ne Hanbelilik ne de Selefiliktir. Zaten Hanbeli uleması da zamanında ona çeÅŸitli reddiyeler yazmışlardır. BaÅŸta kardeÅŸi Süleyman B. Abdulvehhab onun HanbeliliÄŸi temsil etmediÄŸini ifade etmiÅŸtir.
Selef esasen ilk üç asrın ortak adıdır. Bu üç asırda sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin yaşamıştır. Selef döneminde tek bir anlayış, tek bir ekolden söz edilemez. Dört mezhep ve Evzailik gibi mezhepler de bu dönemin ürünleri arasındadır. Öyleyse kim selefidir kim değildir? Bundan dolayı, ancak müttefekun aleyh konularda bir selef ortak görüşünden bahsedilebilir. Aksi taktirde, selefe nispet edilebilecek ortak bir görüş yoktur. Sözgelimi, Ahmed Bin Hanbel ümmetin selefinden sayılsa da onun içtihadları selefi salihini bağlamaz. Kendi görüşüdür. Diğerleriyle ittifak ettiği nisbette selef görüşü addolunabilir. Aksi taktirde, onun görüşlerini selefin görüşleri olarak takdim etmek hem hatalı hem de muhataralıdır.
Ä°mam-ı Malik edille-i ÅŸeriyye arasında Medine halkının ve ahalisinin amellerini de saymıştır. Onların geleneÄŸini delil mertebesine yükseltmiÅŸtir ama bu anlayış kabul görmemiÅŸtir. Kaldı ki Ä°mam-ı Malik’in bu görüşü yüzyıllar sonrasında Selef adına seleficilik yapmaktan elbette çok daha tutarlı idi.
M. Said Ramazan el Buti bu nokta-i nazardan yapay selefilik cereyanına karşı çıkar. Vakıada da böyle bir durum yoktur. Bu kavram hem zamani hem de mekani boyuttan yanlıştır. Fıkıh nokta-i nazarından Selefilik anlayışı yanlış olduÄŸu gibi ahlak nokta-i nazarından da yanlıştır. Zira birileri haksız bir ÅŸekilde selefi kendilerine maletmekte ve bu kavram etrafında tekel oluÅŸturmaktadır. Bu itibarla, Buti’nin dediÄŸi gibi Selefilik cereyanı merduttur. Tekelcilik, inhisarcılık ve dışlama getirir. Olmayanı olana dahil eder. Selefilerde de bu bir sosyal gerçek ve vakıadır. Selefilik adıyla bütün farklı fikirleri ve mezhepleri müsadere ederler.
Islahcı ve daha modern selefilik çizgisi İhvan ve onun çağdaş temsilcilerinden Yusuf el Karadavi gibiler tarafından sürdürülmektedir. Bu Selefi çizgi tasavvufun özüne yabancı değildir. Hatta Said Havva ile açılım kazanan Suriye damarı klasik tasavvuf çizgisine daha da yakın ve yatkındır. Bu çizginin kimi zaman Şah Veliyyullah Dehlevi gibi kavşak isimlerle buluştuğu noktalar olduğu gibi ayrılan noktaları da vardır.
Şah Veliyyullah Dehlevi hem klasik tasavvuf çizgisinin hem de Selefilerin referans isimlerinden birisidir. İkinci ve üçüncü devre Selefiliğin buluşma noktalarından birisi her devirde içtihadın luzumuna kail olmalarıdır. Bu içtihad meselesinin sulandırılması anlamına gelebileceği gibi bazı mezheplerde olduğu gibi fıkhi ataleti izale amacını da taşıyabilir. Dördünü yüzyıldan itibaren içtihad kapısının kapatılması ve mutlak müçtehid sıfatına haiz kimsenin bulunmayışının temel nedeni dini hayat ve ilmi hayattaki inhitat veya gerilemedir.
İki zıt anlayışı temsil eden birinde tecrit, diğerinde haşeviye anlayışının egemen olduğu Şia ve Selefilik namındaki bu iki ekolün ikisi de her devirde bir müçtehidin luzumuna inanmaktadırlar. Bununla birlikte, her iki ekolde de içtihad kapısı açık olmakla birlikte yetiştirdikleri müçtehidlerin yed-i tulası ancak diğer mezheplerin mukallitlerinin seviyesine ulaşmıştır. Bu da içtihaddan ziyade Müslümanların genel çizgisinin belirleyici olduğunu göstermektedir. Yani içtihad hamle aracı değildir. Sağlıklı toplum içtihattan değil, içtihad sağlıklı toplumdan doğar. İki tarafta da içtihad kapısının açık olmasına rağmen ne Şiiler ne de Selefiler dini veya dünyevi hayatta genel çizgiyi aşabilmişler ve hamleye neden olabilecek açılımlar getirebilmişlerdir. Demek ki mesele içtihad kapısının açık veya kapalı olmasından ziyade İslam ümmetinin genel inhitatıyla ilgili bir meseledir.
Hama’nın üstadı Åžeyh Muhammed Hamid de ÅŸefkat ve rahmetten dolayı dördüncü asırdan itibaren mutlak içtihad kapısının kapandığını söyleyenler arasındadır. Bununla birlikte, Suyuti gibi bihakkın alim bazı ÅŸahsiyetler mutlak içtihad iddia etmiÅŸler ancak bu anlayış nedeniyle önleri kesilmiÅŸ ve karşılaÅŸtıkları karşı cereyan ve polemikler nedeniyle açmak istedikleri çığır akim kalmıştır. Akranlarının muhalefetiyle karşılaÅŸmışlardır. Suyuti kadar olmasa bile o çizgiye yakın alimlerden birisi de Åžah Veliyyullah Dehlevi’dir. İçtihad ile taklit arasındaki mesafeyi kısaltmak istemiÅŸtir. Günümüzde ise hem ÅŸer’i ÅŸerifle ilgili gerekli donanım yetersizliÄŸi hem de çeÅŸitlenen ve geniÅŸleyen dünyanın ahvaline muttali olma noktasında kiÅŸi cehdini aÅŸan içtihad ehliyeti göz önüne alınarak toplu içtihad (ictihad el cemai) dan bahsedilmektedir.
Günümüzde ibadet konularında yeni içtihadlara gerek yoktur. İbadet meselesi tevkifi olduğundan dolayı bu alanda ihtiyaçlara ve dolayasıyla yeni arayışlara luzum yoktur. Ancak Katolik Kilisesi çevresinde kimilerinin kadını papaz yapmak istemeleri gibi son sıralarda ülkemizde de kadınlardan imam olması noktasında çatlak sesler giderek artıyor. Bunlar toplumun bir ihtiyacı ve hatta telebi olmayıp belki bazı şahısların fantastik talepleridir. Muamelat alanında ise yeni fetvalara ihtiyaç vardır.
Özellikle fıkıh alanında Selefiler herkesi içtihad etmeye çağırıyorlar. Oysaki bugün Arabistan’da liseyi bitirmemiÅŸ kiÅŸiler bile kültür kifayetsizliÄŸinden basının dilinden bile anlayamıyorlar. Bu durumda klasik metinleri özümseyip ve çaÄŸdaÅŸ meseleleri de kavrayarak nasıl içtihad yapacaklar? Bu mümkün olmayanı istemektir. Nazari akli konusunda bile Gazali gibiler yine avama ÅŸefkaten Ä°lcamu’l avam an ilmi’l Kelam kitaplarında bundan da avamı muaf tutmuÅŸlardır. Zaten dinimizin mahiyetini anlatan en güzel vecizelerden birisi ÅŸudur : Et-ta’zimu lillah ve’ş-ÅŸefkatu lihalkillah. Yani dinin temeli iki ÅŸeyden ibarettir: Kullara ÅŸefkat ve Allah’ı tazim.
Bazı akl-ı evvel Selefilerin en büyük yanlışlarından birisi dini tek görüş altında toplama gayretkeşliğidir. Çeşitliliği yok ederek bütün görüşleri tek bir görüşe irca etmek istiyorlar. Oysaki birleştirme adı altında her eklektik derleme mezhepleri birleştirmek bir tarafa yeni bir mezhep olarak ortaya çıkacaktır. Bundan dolayı yanlışlarından arındırılmış yeni bir mezhep arayışı ütopyadır.
Bugün Ä°slam dünyasının en temel meselelerinden birisi Åžiilik ve Selefilik ile münasebetlerdir. Selefilik meselesinin de tarihi yanlışlarından arındırılarak tesaffi etmesinin yani durulmasının vakti gelip geçmiÅŸtir. Bu anlamda, Selefilik günümüzde büyük bir çalkalanma içindedir. Bugün Åžarku’l Avsat gazetesinde yazan Hasan Åžebekçi veya MuÅŸar ez-Zaydi gibiler SelefiliÄŸin bu katı çizgisinin arındırılmasını ve Hanbeli özüyle yeniden buluÅŸmasını ona geri dönmesini istemektedirler. Bu durumda, Selefilik eski muhitleriyle de kendiliÄŸinden barışmış olacaktır. Bu gibi zevat artık katı Selefilik çizgisinin bırakılmasını istiyorlar ( Hasan Åžebekçi, Zikra ve Vaki, Åžarku’l Avsat, 15/9/20005).
Selefilik devrini tamamlamıştır ve Hanbeliliğe geri dönerek makul sınırlarına yeniden avdet etmelidir. Bu taktirde, İslam alemi için kilitlerden biri olmaktan çıkacak anahtar konumuna yükselecektir. Maalesef bugün bölgede bazı ideolojiler veya müfrit görüş veya mezhepler Müslümanların birliğinin önünde aşılmaz bariyerler oluşturuyorlar. Onların artık kilit yerine anahtar olmalarının vakti gelmiştir.