İnkişaf
İlmî dergicilikte yeni bir soluk

İnkişaf

Derkenar

Ahmet FARUK

Doktora Göründün mü?
Allah Teala dilediğini yapar, istediği gibi de hükmeder. Hükmünü sorgulayacak, iradesine engel olacak hiçbir güç yoktur. Devletlerin yıkılması, insan hayatının son bulması, O’nun sınırsız iradesinin taalluk ettiği şeyler cümlesindendir. Kur’an-ı Kerim mümin dimağlara bu bilinci aşılarken şöyle demektedir: “(O) dilediği şeyleri mutlaka yapandır.” (Buruc, 85/16)

İbn Kesir’in rivayet ettiği Ebu Bekir (radiyallahu anh) ile alakalı şu hadise ashabın ilahi iradeye nasıl teslim olduklarını göstermesi açısından önemlidir. Ebu Bekir (radiyallahu anh) ölümünden önceki hastalığında ziyaretine gelenler kendisine, “doktara göründün mü?” diye sorarlar: Ebu Bekir:
-Göründüm.
- Ne dedi?
- Ben istediğimi yaparım dedi.
Ebu Bekir’in kastettiği tabib Allah Azze ve Celle’dir. Nitekim kısa bir süre sonra ruhunu teslim etmiştir.

En Fenadan En Güzele
Sahabe Kur’an-ı Kerim’i, Onunla amel etmek için okurdu. Onlar inen her on ayeti öğrenir, hayatlarında tatbik eder sonra on ayet daha öğrenirlerdi. Gelen her ayet imanlarına güç katardı. Bu yüzdendir ki şu ayete muhatap olmuşlardır: “Biz Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz.” (İsra,17, 82).
Nesai ve İbn Mace’nin naklettiği bir hadiste İbn Abbas şöyle demektedir: “Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye teşrif ettiğinde Medineliler alış-verişteki ölçü ve tartıda insanların en fenalarıydılar, ne zamanki ‘ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!’ diye başlayan ‘Mutaffifin Suresi” indi aynı hususta insanların en iyileri oldular.”

Dünya Sultanları
İslam’ın ilk yıllarında müslümanlar tecritten işkenceye kadar tahammülü güç sıkıntılar çektiler. Mekke’de ki ambargo yüzünden günlerce yiyecek bulamadılar. Bu maddi zaafiyet içerisinde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara Allah’ın dinine sıkısıkıya sarılmaları karşılığında dünyayı fethetmeyi, bütün bir dünyaya sahip olmayı va’d ediyordu. Efendimiz’in bu nevi ifadelerini alay konusu yapan müşrikler, meclislerine fakir bir sahabi uğradığında “dünya sultanları geldi (caeküm mulûkü’d-dünya).” diye istihza ederlerdi. Şu ayetler müşriklerin müminlere bakışını resmetmektedir: “Şüphesiz günahkarlar, iman edenlere gülüyorlardı. Müminler yanlarından geçtiğinde birbirlerine kaş göz ederek onlarla alay ediyorlardı. Ailelerine dönerken zevk ve neşe içerisinde dönüyorlardı. Müminleri gördüklerinde, ‘hiç şüphe yok, şunlar sapık kimselerdir.’ diyorlardı.” (Mutaffifin, 83,29-32).
Müşrikler tahkir ve tezyif ettikçe sahabe İslam’a daha da sarıldı. Önce tecrit ve işkenceden kurtuldular. Sonra Hicaz’a, Yemen’e, Şam’a, Irak’a, İran’a, Mısır’a, …, hükmettiler.
Günümüz müslümanlarının yeniden dünya hakimiyetini elde etmeleri İslam’a kayıtsız şartsız teslim olmaları ile gerçekleşecektir.

Dünya
Ademoğlu her türlü nimeti içinde barındıran ahireti, dünyaya tercih eder. Bir dağ büyüklüğünde altını olsa onun bir kısmını tasadduk edip ecriyle ahiretini imar etme yerine, mevcut dağına ikincisini eklemek için gayret eder.
İbn Mes’ud (radiyallahu anh) “fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A’la, 87, 16) ayetini okuduktan sonra talebelerine şöyle demiştir: “İnsanlar olarak niçin dünya hayatını ahirete tercih ederiz bilir misiniz?” Öğrencileri, “bilmiyoruz.” diye karşılık verince şöyle der: “Dünya; yiyeceği, içeceği, kadını, şaşaası ve lezzeti ile bizim için hazırlandı ve gözümüz önüne kondu. Ahiret ise gözle idrak etmenin dışında tutuldu. Bu yüzden mevcut olanı sevdik, görünmeyeni ise terk ettik.”

Ebu’l-Eşedd
Zulümle payidar olanlar iktidarlarının sonsuza kadar devam edeceğini düşünürler. Onlara göre güçlerinin üzerinde bir kuvvet yoktur. “İnsanoğlu kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanır?” (Beled, 90,5) ayeti güç dengesinin hep kendileri lehinde olacağını zanneden ve bu zanları üzerine Allah Teala’ya isyan eden Mekke Müşrikleri’den bahsetmektedir.
Mekke’de Ebu’l-Eşeddeyn adında asi bir müşrik vardı. Kuvvetiyle gururlanır, İslam’a kafa tutardı. Allah Resulü’nü (sallallahu aleyhi ve sellem) etkisiz hale getirebilmek için yığınla mal harcamıştı. Gücünü teşhir edebilmek için yere kalın bir deri serer, üzerine çıkar, “kim bu deriyi ayaklarımın altında çekip alırsa ona şöyle şöyle ödül vardır.” derdi. Kollu kuvvetli on kişi ayakları altındaki deriye asılır, deri paramparça olur yinede ayakları olduğu yerde sabit kalırdı.
Ebu’l-Eşeddeyn sınırsız olduğunu zannettiği gücüyle birlikte yok oldu. Çünkü bütün kuvvetlerin üzerinde, Allah Azze ve Celle’nin kudreti vardır.

“Efendimiz Ebu Bekir’dir”
İslam, yapılan her amelin Allah Rızası için olmasını telkin eder. Bedir’de, Uhut’ta, …, verilen canların, İ’lai Kelimetullah (Allah’ın Kelamını yüceltmek) uğrunda harcanan malların arkasında hep ilahi rızayı kazanma gayreti vardır. Dünyayı maddi menfaatlerin tahsil yeri olarak görenler bu güzelliği yaşamaktan mahrum oldukları gibi anlama bahtiyarlığına da erişememişlerdir. Bu yüzden yapılan hayırların arka planında hep çıkar hesaplarının olduğunu düşünmüşlerdir.
Bu düşünce Saadet Asrı’ndan başlayıp günümüze kadar süregelen İslam düşmanlarının genetik bir problemidir.
Ebu Bekir (radiyallahu anh) mustazaf müminleri malı karşılığında satın alıp Allah Rızası için azat ederdi. Böylece onlar da Kureyş zalimlerinin işkencelerinden kurtulmuş olurlardı. Habeşli Bilal’i (radiyallahu anh) de yüklü bir para ödeyerek satın almış, Allah Rızası için azat etmişti. Hadise karşısında Mekke Müşrikleri “Ebu Bekir, Bilal’i kendisine yaptığı bir iyilikten dolayı azat etti.” dediler. Cenab-ı Hak şu ayeti kerime ile Ebu Bekir’in niyetini, Kureyş’in ise sui zannını teşhir etti: “Onun nezdinde hiç kimsenin karşılığı ödenecek hiçbir iyiliği yoktur. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için yapar.” (Leyl, 92, 19-20).
Hz. Ebu Bekir’in niçin Hz. Bilal’i satın alıp azat etiğine müdrik olan Ömer (radiyallahu anh) şöyle demiştir: “Ebu Bekir liderimizdir. Zira Efendimiz’i (Bilal) azat etmiştir.(Ebu Bekr seyyiduna ve e’teke seyyidena).”

Kalp Nasıl Konuşur?
Ğururu’l-Müteşeyyihin’de şöyle bir hadise anlatılmaktadır. Bir gün Siyalkûti’nin meclisinde, İmam Rabbani’ye intisap eden müritlerin, kalplerini “Allah Allah ya da Lailahe illellah” diye zikrettiklerini işittikleri anlatılır. Bu durumu inkar eden Siyalkûti, kalbin bir et parçası olduğunu dolayısıyla dervişin onun zikrini işitmenin imkansız olduğunu söyler. İmam Rabbani’ye isnat edilen bu işkalin halledilmesi için O’na bir mektup yazar, mühürler ve bir talebesi ile gönderir. İmam Rabbani uzaktan postacı öğrencinin geldiğini görünce oğlu İmam Masum’u yanına çağırtıp, şöyle der: “Kapıya in, gönderilen mektubun cevabını yaz ve Siyalkûti’ye geri gönder.” İmam Masum babasının emrettiği gibi kapıya iner, postacıyı karşılar, selamlaştıktan sonra nereden geldiğini sorar. Öğrenci, Siyalkuti’den İmam Rabbani’ye bir mektup getirdiğini söyler. Bunun üzerine İmam Masum mektubu alır, hiç açmadan arkasına şunları yazar: “Ey Siyalkûti! Bir et parçası olan dile çeşitli şekilde konuşma ve el-Meliku’l-Allam’ı zikretme kudreti veren, bu kudreti yine bir et parçası olan kalbe de vermeye kadirdir.” Mektubun açılmamasına rağmen arkasına içeriği ile alakalı cevabın yazılması Siyalkûti’yi derinden etkiler, mektup kendisine ulaşır ulaşmaz yola koyulup, İmam Rabbani’nin huzuruna varır ve ona intisap eder.

Beyzavi
Eskiden büyük şehirlerde devlet adamlarının da katıldığı geniş çaplı ilim meclisleri kurulur, oralarda yörenin büyük aliminin işrafında çeşitli meseleler müzakere edilirdi. Zaman zaman sorulan nükteli sorularla da katılımcıların ilmi durumu ölçülürdü.
Kadı Beyzavi Tefsiri diye şöhret bulan “Envaru’t-Tenzîl ve Esraru’t-Te’vîl” adlı meşhur eserin sahibi Nasıruddin el-Beyzavi (v. 685) bu tür oturumların sıklıkla yapıldığı yıllarda Şiraz’dan Tebriz’e gider. Şehirde tevafuken büyük alimlerin hazır bulunduğu bir ilim meclisi ile karşılaşır. Kendisini kimsenin tanımamasından dolayı cemaatin arka taraflarında bir yere oturur. Meclisi idare eden alim, huzurda bulunanlardan hiç birisinin cevap veremeyeceğini zannettiği bir nükteden bahseder. Hazirundan da nüktenin şifrelerini çözmelerini ve cevap vermelerini ister. Eğer cevap veremeyeceklerse sadece çözmelerini talep eder. Bunu da yapamayacaklarsa ifadelerini tekrar etmelerini söyler. Meclis başkanının sözü bitince, Beyzavi direk cevap vermeye başlar. Başkan, Beyzavi’ye; “Ne söylediğini işitmiyorum ki nükteyi anladığını bileyim.” der. Beyzavi lafız ya da anlam olarak nükteyi tekrar edebileceğini söyler. Hadise karşısında başkan şaşkınlığını gizleyemez ve “lafzıyla tekrar et.” der. Beyzavi’de tek bir harfini atlamadan nükteyi yineler, çözümünü yapar, terkibindeki eksiklikleri beyan eder ve cevabı verir. Ardından da benzeri bir nükte ile mukabelede bulunur ve başkanı onu çözmeye davet eder. Ne var ki başkan bunda aciz kalır.” (Tacuddin Sübki, Tabakatu’ş-Şafi’iyyetü’l-Kübra, VIII, 158).

Yalnız Hesaba Çekileceksin
Bir devlet başkanı düşünün ki yüksek bir tepeden seyrettiği ordusunun hiçbir cihetten sonunu göremiyor, çokluğundan dolayı servetinin hesabını yapamıyor, etrafındaki yüzlerce hizmetçi emrine amade bekliyor… Bu konumdaki bir insan dünyayı gerçek fotoğrafıyla okumaktan çoğu kere mahrum olur. Adamlarının ve servetinin sürekli kendisi ile beraber olacağını düşünür. Bir algı yanılmasından başka bir anlam ifade etmeyen bu durumla alakalı olarak Hasan Basri şöyle demektedir: “Çevrende gördüğün insanların çokluğu seni aldatmasın (La yeğurrenneke kesret-u men tera hevleke). Çünkü sen yalnız başına ölecek, yalnız başına diriltilecek ve yalnız başına hesaba çekileceksin.”

İslam ve Hayat
İnsan fıtratının sağlıklı bir şekilde okunması, dini eğitimin gerekliliğini kabul etmeyle doğru orantılıdır. Din eğitimi alan kişi, dini bilgiyi içselleştirdikçe iyi bir kul olmayı başaracağı gibi toplum için de iyi bir üye olacaktır. Adalet, söze sadakat, çevre bilinci, yardımseverlik gibi insani mefhumlar ancak ahlakı en güzel bir şekilde vaz’ eden dinin öğrenilmesiyle kavranılabilir. Nitekim dini eğitimin yeterli derecede verilmesine paralel olarak toplumlarda insani mefhumların kabulünde yükselme, suç işleme oranlarında ise azalma olmuştur. XVI. yüzyılda İstanbul’da Fransa elçisi olarak görev yapan J. Chesneau tanık olduğu insan manzaralarını şu cümlelerle ifade etmiştir: “İstanbul’da nizam ve asayiş inanılmaz derecede kuvvetliydi. Geceleyin şehirleri muhafaza için elinde sopa ve fener ile gezen tek bir bekçinin varlığı yeterli idi. Halbu ki Paris’te aynı vazife, bir kıta askerin başında bir komutan tarafından zorlukla yapılabiliyordu.” XVII. yüz yılda yaşayan Thevenot ise şunları söylemektedir: “Bir milyon nüfuslu İstanbul’da dört yılda dört cinayet vakası görülmemiştir. Ticari mallar ile dolu olan kervansaraylar bir tek bekçi tarafından korunmaktadır.”
Misyonerlik
Bütün din mensuplarının fikir ve vicdan hürriyetini kabul etmekle birlikte şunu da belirtmek isteriz. Misyonerlik adı altında yürütülen ve zarfında siyasi amaçlar taşıyan faaliyetler din özgürlüğü bağlamında değerlendirilemez. Ayrıca misyonerliğin tebliğ ile eşit kavramlar gibi gösterilmeside son derece yanlıştır. Zira misyonerlik, Hz. İsa’ya isnat edilen, bütün milletlerin baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz edilmesi çağrısı üzerine ibtina eder ki bunun nihai amacı top yekün insanlığı Hristiyanlaştırmak’tır. Fakat tebliğde sadece muhataplara İslam’ın davetini iletmek vardır. Kişinin Müslüman olması ise kendi ile Yüce Allah arasında bir rabıtadır. Ayrıca misyonerlik kilise otoriteleri tarafından “Hristiyan mesajının ve hayat tarzının, dünyanın muhtelif yerlerinde yaşayan cemaatlerin sahip olduğu çeşitli kültürlere uygun hale getirilerek sokulması ve canlandırılması” diye tanımlanan “İnkültürasyon” kavramıyla küll-cüz ilişkisine sahiptir. Tanımı yapılan kavram milletimiz, özellikle de bir takım vaatlerle aldatılan gençlerimiz adına bizleri endişelendirmektedir.
Bu noktada Kenya’nın ilk başbakanı Jomo Kenyatta’nın sözü söylenmek istenileni bütün yönleriyle gözler önüne sermektedir: “Hristiyanlık Afrika’ya geldiğinde Afrikalıların toprakları, Hristiyanların ise İncilleri vardı. Hristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua etmemiz gerektiğini öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim toraklarımızı, biz de onların İncillerini almıştık.”

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.