İnkişaf
İlmî dergicilikte yeni bir soluk

İnkişaf

Hangisi istismar?

13 Ekim 2024

Ahmet AÇIKGÖZ

Hürriyet’te Ertuğrul Özkök dünkü yazısında “İsmailağa pandora kutusunun simgelediği tarikat düzeninin kapağı daha yeni açılıyor” diyor. Özkök cemaatin ileri gelenlerinin müslümanları sömürdüklerini, hoca mürit ilişkilerinde istismarın kol gezdiğini iddia ediyor. Yazarımız Cübbeli Hoca Dosyası’nın gerçek hoca ve imamları tenzih etmek gayesine matuf olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor.

Olduğundan farklı görünerek insanların inanç ve duygularını sömürmek hem din, hem de ideolojiler de yerildiği okur-yazar herkesin malumudur. Bu malumiyeti esas kabul ederek iki şahıs üzerinden bir istismar okuması yapalım.

Hürriyet mensupları başta olmak üzere aynı çizgide yayın yapan muteber basının (!) temsilcileri her yıl Yeni Gün ve Cumhuriyet Gazeteleri’nin kurucusu dolayısıyla da malum basının manevi babası Yunus Nadi’nin (ö. 1945) ödülleriyle kutsanırlar. Özkök’ün istismar iddiaları çerçevesinde muteber basının (!) baş hocası Yunus Nadi’nin aşağıdaki mektubunu tahlil edelim.
Yunus Nadi Kütahya’lı Şeyh Seyfi Efendi’ye yazdığı mektubunda kurtuluş savaşının şeyhlerin himmetiyle kazanıldığını belirttikten sonra şöyle devam eder: “…Şimdi daha yıkılacak şeyler varsa onları da yıkmak ve her halde sonuna kadar vezaif-i vataniyyemizi ifa edebilmek için Yeni Gün’ü ayakta tutmak lazım. Sen belki bir gazetenin ne demek olduğunu hakkıyla bilemeyeceğin için bunun manasını pek anlayamazsın. Kısaca anlatmak için haber vereyim ki, Yeni Gün’ün aylık masraf bütçesi iki bin lirayı Osmani’dir, ve şimdi onu aynı fiyatla dört sayfa olarak neşretmeye başlayacağız, bütçe çıkacak üçbin beşyüze! Benim hakikat-bîn şeyhim! Sen bilirsin ki, bu mebaliğ-i maddiyye hazine-i gaybiden gelmez. Bu kadarcık işaret vaziyeti, zat-ı fâzılanelerine anlatmaya kafidir.” Yunus Nadi mektubun ilerleyen bölümlerinde Eskişehir’e gönderdiği gazete idare Müdürü Fahri Bey vasıtasıyla Şeyh’ten Yeni Gün’e maddi yardımda bulunmasını talep eder. Nadi istismarın sidre-i muntehası olan mektubunu şu şekilde noktalar: “…Ricamı azami mikyas ile infaz edeceğinden emin olduğum için fazla söze lüzüm görmeyerek müsadenle muhterem ellerini tekrar tekrar öper ve hatm-i kelam eylerim şeyhim efendim.” Anadolu’da Yeni Gün, 20. 09. 1338( 1922).
Ertuğrul Özkök’ün de içinde bulunduğu muteber basının (!) fikir babası Yunus Nadi gazetesine maddi menfaat temin edebilmek için açıkça kurtuluş savaşının gerçek kahramanlarının şeyhler olduğunu belirtmekte ve bir tarikat şeyhinin ellerini hem de kemali edeple öpeceğini ilan etmektedir. Fakat Yunus Nadi’nin gerek yazıları, gerek gazeteleri ve gerekse de gazetelerinde yetişen şakirtleri tekke ve şeyhlerin baş düşmanlarıdırlar. Fakat menfaat söz konusu olduğunda düşmanlar kahraman gösterilmekte, şeyhlerin elleri ihtiramla öpülebilmektedir.
Özkök yazısında İsmailağa’da neler olduğunun yakında ortaya çıkcağını söylüyor. Hürriyet’in (!) bilge yazarı aslında bu ifadesi ile, fecirden yatsı sonrasına kadar ecnebiler dahil herkesin ziyaretine açık olan camilerde neler yapıldığının meçhul olduğunu iddia etmektedir. Be azizim! Her tarafı musallilerle dolu olan bir memlekette bir cami olan İsmailağa’da neler yapıldığını sen nasıl bilmezsin. Hadi sen camiye gitmediğinden bilmiyormusun, dini konularda “bir bilen” olarak gazetene aldığın İsmailağa şakirdi Ahmat Hakan’a da mı sormazmısın. Madem hem bilmez hem de sormazsın ben sana bir iyilik yapayım da orada neler olduğunu anlatayım:
İsmailağa’da seher vaktinde dua ile başlayan hayat, sabah namazıyla güne açılır. Güneşin doğuşu seccadenin üzerinde seyredilir. Bu sürede belli dualardan oluşan tesbihat yapılır. Sonra “işrak namazı” kılınır. Namazın ardından herkes dağılır. Kuşluk vakti camide yine bir hareketlenme görülür. Sarıklar sarılır “kuşluk namazı” kılınır. Nafile namazları evde ya da işyerlerinde kılmak daha faziletli olduğundan bu vakitte pek bir hareketlilik görülmez. Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle eda etmek isteyen çevre sakinleri yine camiyi doldururlar. Farz namazların edasından sonra işlerine dağılan cemaat, akşam namazı için tekrar saf olur. Sünnet’ten sonra 6 rekatlık bir nafile daha kılınır ki bunun adı “evvabin namazı”dır. Akşamdan sonra cemaatin bir kısmı camide kalır “hususi dünyasında” günün muhasebesini yapar, bir kısmı da yatsı vaktinde geri gelmek üzere evlerine gider. Cemaatin neredeyse tamamı pazartesi ve perşembe günleri nafile oruç tuttuğundan bu günlerde akşamdan sonra camide pek kalan olmaz. Mahalle sakinleri evlerine giderlerken genellikle yanlarında birkaç misafir de götürürler. Bir çoğumuzun sadece Ramazanlarda yaşadığı bu manzarayı İsmailağa’da her pazartesi ve perşembe günü görmek mümkündür.
Yatsıya doğru evlerde abdest hazırlıkları başlar, dış elbiseler giyilir ve sokaklar yeniden hareketlenir. Lebaleb dolu saflarda “huşu” ile günün son farz namazı kılınır. Namazdan sonra herkes evine çekilir. Çünkü gece “teheccüt namazına” kalkılacaktır. Teheccüt İsmailağa’da o kadar yaygındır ki Mahmut Efendi’nin talebelerinden bu namazı kılmayan hiç yoktur dense yeridir. Teheccüt sonrası sabah namazına kadar seccadenin üzerinde beklenilir.
İsmailağa’da namaz vaktinde her şey durur, bütün kapılar camiye açılır. Manzara Üstat Necip Fazıl’ın şu dizesini şerh eder niteliktedir: “Dünyaya kapalı Allah’a açık.” bir mekan…
Namaz öncesi ve sonrası sokaklardaki insan manzaraları 14 asır öncesinin Medine’sinden alınan fotoğraf karelerini anımsatır.
Bir tarafta Yunus Nadi’nin istismarı, gazetesi Cumhuriyet’te yetişen basın mensupları ve genel yayın yönetmenlerinin yatak odalarından geçip gazeteciliğe terfi eden bayan yazarlar (Milliyet’teki bir kadın yazarın köşe yazısı) diğer tarafta ise eşinin bileziklerini fakir talebesine hediye eden, babasından kalan araziyi bir Kur’an Kursu’na vakfeden, hususi ibadetinde devletin elektriğini kullanmayan bir Mahmud Ustaosmanoğlu ve huzurun merkezi İsmailağa cami…
Özkök’ün merakla bekelediği “İsmailağa pandora kutusunun simgelediği tarikat düzeninin kapağı” bütünüyle açıldığında Hürriyet’in fikir babası Yunus Nadi’nin istismarı ve Mahmut Ustaosmanoğlu’nun erdemi daha da net görülecektir.
Ayrıca şuda bilinmelidir ki; nasıl bir Hürriyet mensubunun hataları gazetesini ya da yayın yönetmenini bağlamıyorsa malum haberler de İsmailağa Cemaati’ni ve Onun tertemiz hocası Mahmut Efendi’yi lekeleyemeyecektir.
Sayın Özkök kapağın altını ne kadar gözetlerse gözetlesin oradan muhterem Mahmut Efendi’yi lekeleyebilecek tek bir kare görüntüleyemecektir. Çok istese de o kapıda ekmek bulamayacaktır.

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.