İnkişaf
İlmî dergicilikte yeni bir soluk

İnkişaf

İbn-i Sebe’in yolundan gidenler

Mehmed Şevket EYGİ

İSLAM tarihinde zuhur eden ilk büyük fitne ve fesat hareketi Hulefa-i Râşidîn’in üçüncüsü Hazret-i Osman Zinnureyn Hazretlerinin hilafeti zamanında, yalancıktan ihtida etmiş Yahudi Abdullah ibn Sebe’ tarafından çıkartılmıştır. O günden beri, fitneler, fesatlar, sapıklıklar, bozukluklar, suikastlar devam etmektedir. Zamanımızda bunlar yoğunlaşmış ve şiddetlenmiştir.
İbn Sebe’in İzinden Gidenler Neler Yapmak İstiyorlar?

(1) İslam’ı bozmak ve tahrif etmek istiyorlar.
(2) Bu maksatla dinde reform yapmak istiyorlar. Asliyetini kaybetmiş, tahrife uğramış, kutsal metinleri kaybolmuş, bozulmuş bâtıl dinlerde reform yapılması tabiî görülebilir ama İslam dini gibi ilâhî, kutsal kitabı indirildiği gibi korunmuş olan bir dinde reform yapılmasını istemek akılla, mantıkla, iz’anla, vicdanla uyuşacak bir şey değildir. Kur’an-ı Kerim Allah kelamıdır. O’nun kesin âyetlerinde ve hükümlerinde nasıl reform yapılabilir? Peygamberimizin mütevâtir ve sahih hadislerindeki hükümler nasıl yürürlükten kaldırılabilir veya değiştirilebilir? İslam’da reform istemek, Allah’ın yanıldığını, Peygamberin yanıldığını iddia etmek demektir ki, böyle bir şey küfür yani apaçık gerçeklerin örtülmesi ve inkârı mânâsına gelmez mi?
(3) Hak fıkıh mezheplerinin, tek kelimeyle fıkhın inkârı, mezhepsizlik de büyük fitne ve fesatlardandır. Kur’an-ı Kerim elbette bütün Müslümanların kutsal kitabıdır. Yine Peygamberimizin, hadislerini ellerinden geldiği kadar bütün Müslümanların okumaları gerekir, ancak kıraat (okuma) başka şeydir, bunlardan fıkıh hükmü çıkartmak başka şeydir. Kur’an’dan ve hadislerden din, Şeriat, fıkıh hükmü çıkartabilmek için birtakım ilimleri okuyup, sonra onlardan imtihan verip, diploma ve icazet alıp din âlimi sıfat ve unvanını kazanmış olmak gerekir. Âlim olmayanlar Kur’an’ı, hadisleri okurlar, lâkin bunlardan Şeriat, fıkıh hükümleri çıkartamazlar. Mezhepsizler bu kaideyi inkâr ediyorlar ve şöyle diyorlar: “Dinimizin iki temel kaynağı Kitab ve Sünnet’tir. Her Müslüman bunları okur, kendi kafasına göre din ve fıkıh hükmü çıkartır…” Ne kadar yanlış bir düşünce!.. Böyle bir şey dinin yıkılmasına, dini hükümlerin ayağa düşmesine, oyuncak edilmesine sebebiyet verir. Zamanımızda birtakım İbn Sebe’ takipçileri “Ebu Hanife de bizim gibi bir insandı. O nasıl Kur’an’dan ve Sünnet’ten hüküm çıkartmışsa, biz de çıkartabiliriz” diyorlar. Ne küstahça düşünce!.. Ne büyük kendini bilmezlik!.. Bu adamlar dinde anarşi çıkartmak istiyorlar.
(4) İbn Sebe’in yolundan giden reformcular, yenilikçiler itikad konusunda da Müslüman halkın ve bilhassa gençliğin kafalarını karıştırıyorlar. Sahih itikad, Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadıdır. Her Müslüman, kaynaklardan bu itikadı kendi kafasına göre çıkartamaz. Selef-i salihînden sonra İslam dünyasında iki büyük itikad imamı (büyük âlimi, önderi) zuhur etmiştir, İmam-ı Eş’arî ve İmam-ı Maturidî. Müslümanların bu büyük kişilerin derleyip toparladıkları itikad sistemini kabul etmeleri gerekir. Bunları beğenmeyenlerin, inanç konusunda ne büyük vartalara düştüklerini görüyoruz. Allah’a cisim isnat edenler; Allah’ın yüzü, eli, ayağı vardır diyenler, Allah semâda oturuyor diyenler; hepsi muhterem olan Ashâb-ı Kirâma dil uzatanlar; müteşabih âyetleri yanlış ve bâtıl şekilde yorumlayanlar. Maalesef bilhassa yirminci asırda itikad konusunda çok olumsuzluklar görülmüştür. Bunlardan korunmanın tek çaresi Ehl-i Sünnet itikadını bütün olarak kabul etmektir.
(5) Son birkaç yıl içinde Yahudi ve Hıristiyan dünyası İslam’ı değiştirmek, ılımlı hale getirmek, light bir İslam çıkartmak, işlerine gelmeyen hüküm ve müesseselerini kaldırmak üzere sistemli bir şekilde harekete geçmişlerdir. Onların ilk yıkmak istedikleri İslamî hüküm ve inanç “İslam’ın yegâne hak din olduğu” inancıdır. Bu hususta Kur’an’da sarahat vardır, âyette “Allah katında (hak) din İslam’dır” buyurulmaktadır. Kur’an’a göre Allah, İslam’dan başka bir dini kabul etmez. Kurtuluş, necat, felah, ebedî saadet İslam’la olur. Bir insana, Muhammed aleyhisselâmın risaleti, tebligatı, getirdiği din ulaşsa ve o kişi bunu kabul etmese, yalanlasa, “Peygamber, gerçek peygamber değildir, yalancıdır; Kur’an, Allah’ın gönderdiği hak kitap değildir; İslam, hak din değildir. Ben bunları kabul etmiyorum, bunlara iman etmiyorum…” dese gerçeği inkâr etmiş olur. Zamanımızda, İbn Sebe’in yolundan giden birtakım adamlar bu temel gerçeği inkâr ediyorlar, Hazret-i Muhammed’e “yalancı”, Kur’an’a “düzmece kitap” diyenlerin de cennete gireceklerini iddia ediyorlar. Son zamanların en büyük fitne ve fesadı bu olsa gerektir.
(6) İslam dininin birtakım muhkem, çok açık, çok belli, çok kesin hükümleri ve kuralları vardır. Bunlarda Müslümanlar arasında ihtilaf yoktur, kesin bir ittifak vardır. Bir kısım reformcular, yenilikçiler, değişimciler bunları da inkâra yelteniyorlar. Bazıları İslam hanımları ve kızları için tesettür gerekli değildir diyorlar. Başkaları, oruç tutmak mecburî değildir, canı oruç tutmak istemeyen fidye verebilir diyorlar. Bu gibi görüşler, mütalaalar, yorumlar Yüce İslam dinine aykırıdır. Bunlar büyük fitne fesattır. İmanını, ebedî mutluluğunu korumak isteyenler bu gibi fitne ve fesatlardan uzak durmalıdır.
İbn Sebe’ ile başlayan fitne ve fesat hareketleri Müslümanları bölmüş, Ehl-i İslam’ın birbiriyle savaşmasına yol açmış, ümmet birliğinin belini kırmıştır. Aklı, mantığı, iz’anı, vicdanı olan Müslümanların, birliği bozucu, din kardeşliğini sarsıcı bu gibi hareket ve cereyanlardan uzak kalmaları gerekir.
Dinde Birlik İçin Nelere Dikkat Edilmelidir?
1. İtikad yani inanç konusunda kendi kafasından hüküm çıkartmayacak, kendine mahsus bir mezhep ve meşrebi olmayacak; Ehl-i Sünnet mezhebine ve ulemasına tâbi olacaktır. Böylece ihtilaf ve tefrika önlenmiş olur.
2. Fıkıh konusunda dört hak mezhepten birini bütünüyle kabul edecek ve uygulayacaktır.
3. Mezheplerin hükümlerini birbirlerine karıştırarak uygulamayacaktır, yani telfik-i mezâhib yapmayacaktır. Hanefî ise Hanefî, Malikî ise Malikî, Şafiî ise Şafiî… Ancak çok zarurî hallerde, gerçek ve sahih müftülerin fetva ve ruhsatıyla bir defaya mahsus olmak üzere başka bir mezhebin hükmüyle amel edilebilir. Lakin her hal u kârda kendi kafasına göre böyle bir şey yapamaz. Meselâ bir Hanefî Müslüman, midye, ıstakoz, yengeç, karides, deniz kaplumbağası yemek için Şafiî mezhebini taklid edemez. Böyle bir şey dini oyuncak etmek olur, maskaralık olur.
4. Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmek (yorumlamak) için gerekli olan on beş ilmi hakkıyla okumamış, icazet almamış, müfessir unvan ve sıfatını kazanmamış kimseler, Kur’an-ı Kerim’den kendi kafalarına, hevalarına göre hüküm çıkartmayacaklardır. Böyle bir şey Kur’an’a saygısızlık ve ihanet olur. Hiç Arapça bilmeyen, elifi görse mertek zanneden cahil kimselerin Kur’an tercümeleri, Kur’an meâlleri ve Türkçe tefsirleri okuyarak Yüce Kitabımızdan hüküm çıkartmaya yeltenmeleri, ona kendi kafalarından mânâ vermeye yeltenmeleri ne kadar acınacak, ne kadar gülünç, ne kadar sorumsuzca bir iştir. Aklı başında bir Müslüman asla böyle bir şey yapmaz.
İslam dininde esas olan, bu yüce dini, Hz. Peygamber’in ve Ashâbının anladığı ve anlattığı şekilde öğrenmek ve anlamaktır. Bunun için, Hz. Peygamberin vekilleri, vârisleri, halifeleri olan icazetli Sünnî âlimlere tâbi olmak gerekir.
İslam dinini müsteşriklerin (oryantalist, doğu bilimci), İbn Sebe’ partizanlarının, heves ve hevalarına tâbi olanların anlattıkları şekilde anlamaya çalışanlar, hiç şüphe yok ki, çok yanlış bir yoldadırlar. Bir müsteşrik düşünelim: Mükemmel Arapça biliyor, din ilimlerini öğrenmiş, Kur’an’ı ve hadisleri incelemiş; fakat iman etmemiş. Bu adam için “O İslam’ı anlamıştır” diyebilir miyiz? Hayır, o İslam’ı anlamamıştır. Anlamış olsaydı iman ederdi. Binaenaleyh hiçbir mümin, hiçbir müslim bu gibi bilginlere tâbi olamaz, dini onların anladığı ve anlattığı şekilde kabul etmez. Aksi takdirde sapıtır.
Müslümanlar paramparça olmuşlardır, bir sürü fırka, zümre ve cemaat türemiştir. Bunlar birbirleriyle çekişip durmaktadır, öyleleri vardır ki, ya dünya menfaatleri yüzünden, ya beyinsizlikleri dolayısıyla gayr-i müslimlere hizmet etmektedirler. Bu tefrika, bu parçalanmışlık ümmet birliğine büyük zarar vermektedir. Böyle bir durumda aklı başında her Müslüman gerçek din âlimlerine tâbi olur.
Sonuç
Mezhepsizlik, telfik-i mezâhip, reformculuk, diyalog ve tolerans ideolojisi, dinde yenilik ve değişim, Kur’an âyetlerini kendi kafasına göre yorumlama, hadislerin bir kısmını inkâr, diğer kısmını kendi heva ve hevesine göre tefsir etme gibi cereyanlar imana zarar verir, ebedî saadetin yolunu kapatır. Bunlardan uzak kalmalıyız. Bir Müslümanın müctehid mezhep imamlarına, iki büyük itikad imamına, müceddidlere, fukahaya, ulemaya tâbi olması, bağlanması en büyük şereftir. Bunları inkâr etmek, bunlardan kopmak, din için en büyük tehlike, tehdit ve bid’attir.

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.